OSMANLI-İNGİLİZ
İLİŞKİLERİ(1800-1914)
GİRİŞ
:
19.yüzyıl boyunca
Osmanlı İmparatorluğu eski siyasi gücünü kaybetse bile, hala en zengin ve en
büyük topraklara sahip olan bir imparatorluktu. Batılı devletler karşısında üst
üste yenilgiler almış, Batılı devletlerin özellikle Sanayi Devrimi’ni
hızlandırmasıyla, geleneksel el sanatları ile yapılan üretim, Osmanlı
İmparatorluğu’nun maliyesini giderek zorlayan bir durumdur. Osmanlı içerisinde
bulunduğu buhrandan kurtulmak için genellikle ordunun modernizasyonuna yönelik
faaliyetlerde bulunmuştur. Bu nedenle bu modernizasyonu sağlayacak yabancı
uzmanlara kulak vermiştir.
İngilizler, 18.yüzyıldan itibaren Hindistan sömürge yolunu oluşturmuş, Doğu
Akdeniz ticaretinde önemli rol oynayan, Sanayi Devrimi’nden sonra giderek büyüyen
fabrikalarına ham madde ve pazar arayışına girmiş bir imparatorluktu.
İngilizler için en önemli nokta Hindistan sömürgesinin herhangi bir tehlike ile
karşı karşıya kalmamasıydı.
19.yüzyıla kadar İngiliz-Osmanlı ilişkileri genellikle ticari faaliyette
sürerek, İngilizler sadece Doğu Akdeniz’de imtiyaz almakla sınır bir politika
çizmişlerdir. 1789 yılındaki Fransız İhtilali’nden sonra Napolyon Bonaport
büyük bir yükseliş göstererek kendisini imparator yaparak, Fransa’yı tamamen
İngilizlerin düşmanı bir pozisyona sokması ve Rusların, Osmanlı ile yaptığı
savaşları kazanarak giderek Karadeniz’e yakınlaşması, sıcak denizlere inmek
istemesi, İngilizleri endişelendiren konuların başında geliyordu. İngiltere,
Hindistan sömürgelerinin özellikle Fransa’nın 18.yüzyılın sonunda Mısır’a asker
çıkarması ile tehlikeye girdiğini görünce Osmanlı ile sadece ticari olarak
değil, siyasi olarakta ilgilenmeye başlamıştır.
İngilizler özellikle, 1830’lu yıllardan itibaren Osmanlı-Rus
yakınlaşmasını ve Rusların Boğazlar üzerinde söz sahibi olmasını kendi
çıkarlarına aykırı görerek, bu yıllardan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun
toprak bütünlüğünü korumasına ve Avrupa’da büyük bir savaşın çıkmamasına yönelik
bir politika izlemiştir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın
artık Rusya’ya karşı bir duvar olarak duramayacağını gören İngilizler, bu
tarihten sonra Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumaktan çok, parçalamaya yönelik
politika izlemiştir. Bu yazıda iki bölümden oluşmaktadır. İlki, Osmanlı’daki
İngiliz Asrı denilen 19.yüzyılın ilk çeyreğinden son çeyreğine kadar olan
bölümü içermektedir. İkinci kısım ise Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin
İngiltere’de Liberal Parti lideri olan Gladstone döneminde nasıl gerginlikle
ilerlediğini anlatmaktadır.
1.OSMANLI
İMPARATORLUĞU YÖNETİMİNDE İNGİLİZ ETKİSİ
1.Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere
Arasındaki Yakınlaşma
19.yüzyılın başlarına
kadar Osmanlı-İngiliz ilişkileri ticari boyutta iken, Rusya’nın Karadeniz’e
doğru genişlemesiyle, İngilizler, Osmanlı’nın dış politikasına karışmaya başlamıştır.
Kendi çıkarları adına, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunması gerekliliğinin
farkına varmaya başlamışlardır. Osmanlı yöneticileri de İngilizlerin, Rusların
Karadeniz’e doğru ilermesine karşı çıkması ve kendi varlığına göz koymaması
üzerine ilişkilerin gelişmesine sıcak bakmışlardır.[1]
Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin giderek yaygınlaşmasını sağlayan en önemli
olay, 1789 yılındaki Fransız İhtilali’nden sonra ülke yönetimini ele geçiren
Napolyon Bonapart’ın, İngilizlerin sömürge yolunu oluşturan Hindistan yolunu
engellemek için Mısır’a asker çıkarmasıdır.[2]
1798 yılında Fransızlar, Mısır’a asker çıkararak, Osmanlı’nın yöneticilerine ne
kadar güçsüz bir orduya sahip olduklarını göstermiştir. Fransa’nın bu
hareketine karşılık İngilizler ile 1799 yılında ittifak yapılmıştır.
İngilizler, 18.yüzyılda Cebelitarık’ı daha sonra da 1800 yılından itibaren
Malta adasına sahip olarak, Akdeniz ticaretini elinde bulunduran güç olarak
tarih sahnesindeki yerini alıyorlardı. İngiltere kendi sömürge yollarının
güvenliği için, kendi kontrolünden çıkmayacak Osmanlı İmparatorluğu’nun ayakta
kalmasını istiyordu.
Osmanlı-İngiliz ilişkileri bu gelişme ile birlikte ilerlemeye başlamış ve
ilk çeyreğin sonlarında ortaya çıkan Yunan İsyanı ile de daha da hız
kazanmıştır. 1821 yılında ortaya çıkan Yunan İsyanı’nı Rusların açık bir
şekilde desteklemesine karşılık, İngilizler, Osmanlı’nın toprak kaybetmesini
istememekteydi.[3]
İngilizler, Yunanlılar üzerindeki Rus nüfuzunun artmasına karşıydılar,
Osmanlı’nın Yunanistan’ı kaybedeceğini bildiğinden, Yunanlılar üzerinde nüfuz
kurmak adına Osmanlı aleyhinde olayın çözüm bulması için çaba harcamışlardır.
Rusya’nın Balkanlar’da daha fazla ilerlemesini istememektedirler. İngilizler
menfaatleri gereği, 1826 yılında Ruslar ile anlaşarak, Osmanlılara karşı
Yunanlılara bağımsızlık verilmesi için Osmanlı yönetimine baskı yapmışlardır.
Osmanlı yöneticilerinin bu baskılara başkaldırı göstermesi üzerine, 1827
yılında ünlü Navarin olayı gerçekleşmiştir.[4] Rus-Fransız-İngiliz
donanmaları Yunanistan’ın bağımsızlığını Osmanlı yöneticileri tarafından kabul
edilmesi için Navarin’de Osmanlı-Mısır donanmasını yaklaşmışlardır. Bu olayın
arkasında Fransız ve İngiliz donanmalarından çok Rus donanmasının payı vardı.
Bu olaydan sonra meydana gelen Osmanlı-Rus Savaşı sonrası önce 1829 yılında
Edirne Barışı imzalanmış, sonra ise Yunanistan’ın bağımsızlığını öngören Londra
Protokolü ile Osmanlı’ya kabul ettirilmiştir.
1757 yılında Hindistan’ı İngiltere fethederek, burada kurduğu sömürge
kolonisini korumak amacını birincil politika olarak benimsemişlerdir.[5]
18.yüzyıldan itibaren İngiltere, Akdeniz’deki egemenliğini artırmış ve kurduğu
sömürge kolonileri ile büyük bir imparatorluk haline gelmiştir. İngilizler için
Akdeniz egemenliğinin bekası için Osmanlı’nın Doğu Akdeniz’de varlığını
sürdürmesi gerekmektedir. İngilizler, Ruslarla birlikte Fransızların Mısır
işgaline karşı koyarak kendi çıkarlarını korumayı bilmiştir.[6]
İngilizler, 19. Yüzyılın başlarından 1878 Berlin Konferansı’na kadar,
Osmanlı’nın Doğu Akdeniz’deki egemenliğini koruması yolunda adımlar atmıştır.
Rusya’nın sürekli sıcak denizlere inme politikasının gerçekleştirme çabaları ve
Osmanlı’nın sahip olduğu Boğazları ele geçirme isteği, İngilizleri Osmanlılara
yakınlaştırmıştır.[7]
İngilizler, 1830’lı yıllara kadar ilişkileri geliştirmeye çalışsa da,
Rusları da tamamen karşılarına almayı istemiyordu. Bunun nedeni, Fransa’da
İmparator Napolyon, tüm İngiliz çıkarlarını altüst edecek saldırganlıkta
politikalar izlemekteydi. Bu yüzden Napolyon’a karşı Rusların ittifakını
kaybetmek istemiyordu. Napolyon’un İngiliz sömürgelerine el atması,
İngilizlerin bir an önce Napolyon belasını üzerlerinden atması için politikalar
oluşturmasına neden olmuştur. 1815 yılından itibaren Avrupa’da Napolyon
fıtınası dindikten sonra, İngilizler artık politikalarını değiştirmek için
zemin hazırlamışlardır. Bütün bu sorunları çözümlemek ve Avrupa'ya yeniden bir
siyasi düzen vermek üzere Viyana Kongresi toplanmıştır. 9 Haziran 1815'te
imzalanan Viyana Kongresi Kararları ile Avrupa'da yeni bir statü ortaya çıkmış
ve Ingiltere, Rusya, Avusturya-Macaristan ve Prusya, Avrupa güçler dengesini,
kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemişlerdi.[8]
İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu ile tam olarak 1830’lu yıllarda ortaya
çıkan Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı ile ittifak kurmaya başlamıştır. O zaman
Rusya’nın Boğazları ele geçirme isteğinin farkına varmış ve Osmanlı üzerindeki
Rus nüfuzunun kırılması gerekliliğine inanmışlardır. 1830’lı yıllardan
başlayıp, 1878 Berlin Antlaşması’na kadar sürecek, Osmanlı üzerindeki İngiliz
Altın Çağı başlayacaktır.
2.
OSMANLI-İNGİLİZ İLİŞKİLERİNDE ALTIN ÇAĞI(1833-1878)
2.1.Mısır Valisi Kavalalı
Mehmet Ali Paşa İsyanı
1798 yılında Mehmet Ali Paşa, Fransız ordusunu Msır’dan çıkarmak için
Kavalı’dan gönderilen orduyla Mısır’a gelerek kısa zamanda Mısır’daki anarşik
ortamdan faydalanarak, 1805 yılında kendisini Mısır valisi olarak seçtirmiştir.[9]
Mehmet
Ali Paşa, vali olduktan sonra ilk iş olarak, iç huzursuzluklan ve siyasal
kargaşalıkları ortadan kaldırmıştır. Bu sayede anarşik ortamı bastırarak,
Mehmet Ali Paşa Mısır üzerinde kesin bir hakimiyet kurmuştur.[10]
Mehmet Ali Paşa, 1818'de Hİcaz'daki Vahabi ayaklanmasını bastırdıktan sonra güç
ve kudretini iyice artırarak, İslam dünyasında da giderek saygınlık
kazanmıştır. Bu gelişme üzerine, Osmanlı Devleti'nce kendisine Hicaz ve Habeş
valilikleri de verilmiştir. 1822'de Sudan'ı tamamen ele geçiren Mehmet Ali
Paşa, hızla güçlü bir Mısır devleti kurmaya başladı.[11]
Mehmet Ali Paşa Mısır’da, Fransız reformistlere kapılarını açarak, modern
donanma ve ordu kurmuş, Mısır’ın tarım işlerini düzene koyarak Mısırlıların
kesin desteğini almıştır.[12]
Mısır’da bu gelişmeler yaşanırken, Osmanlı Devleti’de kendisini Yunan
İsyanı’nın sardığı ateşte bulmuştur. Osmanlı yönetimi, Mehmet Ali Paşa’nın
giderek artan hakimiyetinden rahatsız olsa da, bu durumdan ötürü pek ses
çıkartamamıştır. Osmanlı, Yunan İsyanı’nın verdiği zararları karşılamakta
zorlanıyor ve isyanı bastıramıyordu. Osmanlı yöneticileri, Mehmet Ali Paşa’dan
ordu yardımında bulunmuşlar, bunun karşılığında kendisine Girit, Suriye
valiliklerinin verileceği söylenmiştir. 1829 yılında Rus-Fransız-İngiliz
donanmasının Navarin’de Osmanlı-Mısır donanmasını yakması üzerine, Kavalalı
askerlerini geri çekmiştir. Bu olay üzerine patlak veren Osmanlı-Rus Savaşı
sırasında Mehmet Ali Paşa, kendisinden ordu talebinde bulunulmasına rağmen,
Suriye’deki salgın hastalıkları bahane ederek ordusunu göndermemiştir.
1829 yılında yapılan Rusya ile Osmanlı arasındaki Edirne Barışı’nın
ardından Mehmet Ali Paşa harekete geçerek, Girit ve Suriye valiliklerini
istemiştir. II. Mahmut, Girit ve Suriye valiliklerini vermek bir yana,
Kavalalı’yı devirmek için girişimlerde bulunmuştur. Mısır valisi de Suriye
topraklarını ele geçirmek için fırsatlar kolluyordu. Çünkü Arap yarımadasında
en güçlü yapı olmayı ve Mısır’ı babadan oğula geçen sistemle yönetmeyi
istiyordu.[13]
Büyük Avrupa devletleri ise, 1830 ihtilalleri ve etkileri yüzünden
Avrupa sorunları ile uğraşıyordu. Bu fırsatı değerlendiren Mehmet Ali Paşa,
Suriye topraklarını ele geçirmek için oğlu İbrahim Paşa komutasındaki orduyu
ileri sürerek, Şam’ı ele geçirmiştir.[14]
Bunun üzerine Osmanlı yönetimi olaylara sessiz kalamayarak, ordusunu Mısır
ordusunun üzerine sürmüş, fakat Fransız uzmanlarının modernize ettiği Mısır
ordusu Osmanlıları büyük bir yenilgiye uğratmıştır. İbrahim Paşa yönetimindeki
ordu, Anadolu’nun içlerine kadar ilerleyerek, II. Mahmut’u dış güçlerden yardım
istemek zorunda bırakmıştır.
II. Mahmut bu durumdan kurtulabilmek için ne Fransızlara, ne de Ruslara
güvenebilirdi. Çünkü Mısır ordusunun modernizasyonunu Fransızlar yapmış, Ruslar
ise ezelden beri Osmanlı topraklarını ele geçirerek, sıcak denizlere inmeyi
amaçlayan politika izlemekteydi. Bunun üzerine diğer bir güçlü devlet olan,
İngiltere’den yardım talebinde bulunmuştur. İngilizler ise o sıralarda meydana
gelebilecek Rus tehlikesini gözardı etmişler, Osmanlı’nın toprak kaybıyla
ilgilenmemişler ve Mısır sorununa el atmak istememişlerdir. Bunun üzerine II.
Mahmut uzun süredir savaştığı Ruslardan yardım istemiştir. Rus Çar’ıda bu
yardımı büyük bir hevesle kabul ederek, Osmanlı üzerindeki nüfuzunu artırarak,
Boğazlar üzerinde egemen bir güç olabileceklerini düşünmekteydi. Osmanlı
İmparatorluğu, Rusya ile bir ittifak antlaşması imzaladı. Bu antlaşmayla, II.
Mahmut Osmanlı imparatorluğu'nun geleceğini güvence altına almak istiyordu.
Rusya ise Boğazlar ve genel olarak Osmanlı Devleti üzerinde elde ettiği üstün
durumun devamını istiyordu.
Rus-Osmanlı yakınlaşması, İngiltere’nin Hindistan sömürgeleri için
tehdit oluşturmaktaydı. Bu nedenle İngilizler, Fransızları yanına alarak Mısır
ordusunun Osmanlı topraklarındaki ilerleyişini durdurma amacıyla arabuluculuk
yapmışlar ve bunun sonucunda Osmanlı ile
Mısır arasında 1833 yılında Kütahya Barışı imzalanmıştır. Antlaşma ile Mehmet
Ali Paşa'ya, Mısır ve Girit valiliklerinin yanında Suriye valiliği, oğlu
İbrahim Paşa'ya da Cidde valiliğinin yanında Adana'nın vergi toplama hakkı
verildi.[15]
II., Mahmut, Kütahya
Antlaşması’nın sonuçlarını içine sindiremeyerek, Mısır üzerinde kaybettiği
otoriteyi yeniden sağlamak adına 8 Temmuz 1833 yılında Rusya ile Hünkar
İskelesi Antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma ile birlikte Rusya ve Osmanlı
devletleri birbirlerine yönelik saldırılarda yardımlaşma içinde bulunacaklardı.
Rusya’dan gelecek yardımlara karşılık, Osmanlı Çanakkale Boğazı’nın diğer
devletlere kapatacaktı. Rusya bu antlaşmayla, Doğu sorunlarına yönelik kesin bir
avantaj sağlamış oluyordu. Boğazların yabancı devletlere kapatılacağının
duyulması üzerine İngiliz ve Fransızlar, hemen harekete geçerek, Osmanlı
Devleti’ne nota vermişler, Osmanlı yöneticilerini Boğazların tüm yabancı
devletlere kapalı olduğunu söyletmek zorunda kalmışlardır.
1833 yılında imzalanan Hünkar İskelesi Antlaşması, sekiz yılı
kapsamaktaydı. İngiliz ilgisiz kaldıkları Osmanlı topraklarının bütünlüğüne
karşı, kendi çıkarlarının zarara uğrayacağının farkına vararak, ilgilenmeye
başlamışlardır. Osmanlı’daki Rus nüfuzunun kırılması için, Osmanlı lehinde dış
siyaset yapmaya başlamışlardır. Bir Mısır valisinin isyanıyla başlayan süreç,
Rusya’nın devreye girmesiyle birlikte uluslararası bir sorun haline
dönüşmüştür. İngiltere’nin Akdeniz’deki üstünlüğünü ve Hindistan ile bağının
kopmamamsı için, Osmanlı İmparatorluğu’nun Rus emellerine karşılık, toprak
bütünlüğünün korunması gerekliliğine inanmasına neden olmuştur.
İngilizlerin, Hünkar İskelesi Antlaşması’na kadar Osmanlı’nın siyaseti
ile bu kadar ilgilenmemesinin sebebi, Rusya’yı ciddi bir rakip olarak
görmemesiydi. Aslında İngilizler, 19.yüzyılın ilk çeyreğinde meydana gelen
Yunan İsyanı’nda, Osmanlı toprak bütünlüğünü dile getirseler bile, Yunan
yanlısı komuoyunun etkisiyle Osmanlı toprak bütünlüğünü garanti altına alınmasını
reddetmişlerdir.[16]
O dönem İngiliz yöneticileri, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının önlenemez
olduğunu biliyorlar ve bu dağılımdan nasıl pay sahibi oluruz diye
düşünmekteydiler. Ayrıca o dönem, Fransız milliyetçiliği giderek artmış ve
Belçika üzerine Fransızların çıkarma yapmasıyla, İngiliz Dışişleri gözlerini
Doğu Akdeniz’den bu bölgeye çevirmişlerdir.
1833 yılındaki Hünkar İskelesi Antlaşması ile Boğazların yabancılara
kapatılması kararı, en çok İngiliz tüccarlarını endişeye düşürdüğünden, İngiliz
Dışişlerinin Osmanlı’ya yönelik politika oluşturması gerekliliği yönünde
baskılar yapmışlardır. David Urquhart önderliğinde yazılı basında, Osmanlı İmparatorluğu lehinde
politikalar üretmenin zorunluluğu dile getirilmiştir. David Urquhart, İngiliz
fabrikaları için Osmanlı İmparatorluğu’nun zengin ham madde barındırdığının
altını çizmiş ve bu imparatorluğun kesinlikle Rus nüfuzundan kurtarılması
gerekliliğini anlatmıştır.[17]
Sonuçta 1834 yılında, İngiliz Dışişleri Bakanı Palmerstone şu açıklamaları
yapmıştır:[18]
“Ülkemizin temel çıkarı, Osmanlı toprak
bütünlüğünün korunması yönündedir, ayrıca Avrupa’da güç dengesinin korunması
için de Osmanlı toprak bütünlüğü devam etmelidir.” İngiliz yöneticiler,
Osmanlı’nın dağılmasını geciktirerek, Doğu Akdeniz’deki ticari çıkarlarının
tehlikeye girmesine ve Avrupa’daki güçler dengesinin bozulmasına izin vermek
istemiyorlardı. Çünkü İngilizler, Osmanlı’nın dağılmasından avantaj sağlayacak
olan devlet olarak Rusları görüyorlar,
çıkacak herhangi bir savaşta Rusların üstünlüğünün ortaya çıkacağına
inanmaktaydılar.
1833 yılındaki Kütahya Antlaşması, hem Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’yı,
hem de Osmanlı Padişahı II. Mahmut’u memnun etmemiş ve antlaşmanın kalıcı
olmayacağı görülmekteydi. 1834 yılında Mehmet Ali Paşa’ya yönelik çıkan isyanın
Osmanlılar tarafından desteklenmesi ve Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı’ya vergi
ödememesi ile bağımsızlığını ilan etmeye varan açıklamalar yapması, gerilimi
iyice artıran etmenlerdendi. Hem İngilizler, hem de Fransızlar, Osmanlı ile
Mısır arasında yeniden bir savaşın çıkmasını istemiyorlardı. Herhangi bir savaş
çıktığında, Rusların Hünkar İskelesi Antlaşması ile elde ettiği hakları
kullanarak, Boğazları ele geçirebilecek olması, İngiliz ticaretine büyük bir
darbe indirebilirdi.[19]
İngilizler, Mehmet Ali Paşa’ya Osmanlı’ya saldırması durumunda, Mısır’ın işgale
uğrayacağını bildiren mesajları yayınlıyorlardı. Aslında İngilizler, Ruslar
karşısında Mısırlılarla işbirliği yapabilirlerdi, fakat Mısır’ın Hindistan
ticaret yollarında kuracağı hakimiyetle, İran Körfezi’nin kontrolünü Ruslarla
müttefik olarak ele alabilirlerdi. Bu yüzden İngilizler, Osmanlı’nın tarafını
tutmanın zaruri bir gerekçe olduğunu bilmekteydiler.
II. Mahmut’un İngiltere’den askeri yardım almak için gösterdiği çabalar,
İngiltere tarafından reddediliyor, İngiltere’nin savunma antlaşması önerisi ise
İstanbul yönetimi tarafından tepkiyle karşılanarak, Mısır’a yönelik saldırı
yapılmıştır. Bu saldırı da başarsızlıkla sonuçlanınca Rusların devreye
girmemesi için, İngiltere ve Fransa bu olaya el atmışlardır. Bu sıralarda
İngiltere ile bir çatışmayı göze alamayan Rusya, bu karara katılmak zorunda
kaldı. Bu devletlere Avusturya ve Prusya’da katıldı. Avrupa devletleri, Osmanlı
İmparatorluğu'na bir ortak nota göndererek, aralarında yapacakları görüşmelerin
sonucu belli olmadan, Mısır ile bir antlaşma yapmamasını bildirdiler.[20]
Fransızlar, Suriye’nin Osmanlı’ya bırakılması fikrini beğenmeyince,
Ruslar Hünkar İskelesi Anlaşması’ndan vazgeçtiklerini açıklaması üzerine, İngiltere
ve Rusya beraber hareket ederek, Londra’da konferans toplayarak, 1840 yılında
Londra Protokolü imzalanmıştır.[21]
Bu antlaşmayla; Mısır valiliği babadan oğula Kavalalı ailesine bırakılıyor,
Mısır’daki Osmanlı donanmasının 20 gün içinde iadesi isteniyor, Mehmet Ali
Paşa’ya Güney Suriye ve Akka valilikleri de veriliyordu.
Mehmet Ali Paşa, İngilizlerin Suriye yakınlarına donanma çıkarmasıyla,
bu antlaşmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Mısır sorunu çözüme kavuşunca
sıra, 1833 Hünkar İskelesi Antlaşması ile Boğazlar üzerinde üstünlük kazanan
Rusya’nın, bu üstünlüğünün giderilmesine gelmişti. Boğazlar sorunu İngilizlerin
arzusuyla uluslararası bir sorun teşkil etmiş, 1841 yılında İngiltere, Fransa,
Rusya, Avusturya, Prusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında Londra Boğazlar
Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu antlaşmayla; barış zamanında Boğazların yabancı
savaş gemilerine kapalı tutulması, süresiz olarak bütün devletler için geçerli
olacak, değiştirilmesi de uluslararası onayla sağlanabilecekti.[22]
İngilizler, 1841 yılında
Rusya’ya Boğazlar Sözleşmesi’ni kabul ettirerek, Osmanlı üzerindeki Rus
nüfuzuna son vermiştir. Artık İngilizler, kendi çıkarlarının, Osmanlı’nın
toprak bütünlüğünü sağlayarak korunabileceğini bilerek, Osmanlı’nın sadece dış
siyasetinde değil, iç siyasetinde de etkili olmaya başlamışlardır. Balta Limanı
Antlaşması bunun bir gösteregesini oluşturmaktaydı. Osmanlı’nın modernizasyon
görevini üstlenerek, Osmanlı’nın yapması gereken reformları iletiyorlardı.
2.2.Balta Limanı Antlaşması ve
Tanzimat Fermanı
2.2.1.Balta Limanı Antlaşması
19.yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu, ilkel tarıma dayalı bir
politika izlemekteydi. 18.yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa, başta İngiltere
olmak üzere, Sanayi Devrimi sayesinde, sanayi ve tarım sektöründe ciddi
seviyede ilerlemeler sağlayarak zenginleşmelerine karşılık, Osmanlı
İmparatorluğu’nun maliyesi yokları oynamaktaydı. [23]
İlkel tarımın yanında, iç gümrük politikası yani devletin tarım ürünlerinin
fiyatını belirlemesi, Osmanlı iç ticaretinin gelişmesini engelleyen önemli bir
faktördür. Özellikle 19.yüzyılda tanınan kapitülasyonlarla, yabancı devletlerin
tüccarlarına verilen kolaylıklar, Osmanlı tüccarını güç bir duruma sokmuştur.
Osmalı ekonomisinin durmasına neden olan etken, geleneksel zanaat yapılmasının
bozulmasını istemeyen lonca sisteminin varlığıydı. Esnafların kolay bir şekilde
dükkan sahibi olmalarını engelleyen bir sistem mevcuttu. Osmanlı Devleti,
loncaların tekelci denetiminden tüccarların kurtularak büyümesine izin
vermemiştir.[24]
19.yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Osmanlı İmparatorluğu, İngiliz
pamuk ipliğinin tamamını karşılarken, zamanla sanayisinin gelişmemesinden
ötürü, birçok ürünü ithal eden bir duruma inmiştir. 1830’lu yıllardan itibaren,
Osmanlı’nın Rumeli toprakları, Avrupa ürünlerinin istilasına uğramış, Avrupa
ürünlerinin akımıyla birlikte, imparatorluktaki sanayi kolları çökmeye mahkum
bir hale gelmiştir. Aslında Osmanlı’nın çökmesini sağlayan en büyük etken,
yabancı devletlere verilen kapitülasyonlardı. Avrupalı tüccarlar, ürettikleri
malları, %3 gibi düşük gümrük vergisiyle Osmanlı pazarlarına ucuz fiyattan
sürdüklerinde, yerli üretimin bu ürünlerle rekabet şansı kalmıyordu.
19.yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Napolyon tehlikesi, İngiltere
tarafından ortadan kalkmasıyla, Sanayi Devrimi, İngilizler üzerindeki etkisini
süratle göstermiş, 1830’lu yıllardan itibaren demir, çelik, kömür ve makine
endüstrileri hızla gelişmiştir. Özellikle demiri üreten bir ülke olarak, iyi
bir donanmaya sahip olmuş, böylelikle Uzakdoğu’daki İngiliz çıkarlarını daha
kolay koruyabilecek duruma gelmiştir.
Osmanlı ile İngiltere arasındaki ilişkilerin sıkılaşmasını sağlayan
olay, Hünkar İskelesi Antlaşması’ydı. Bu antlaşma, İngiliz tüccarların
çıkarlarını olumsuz etkileyeceğinden, İngiliz diplomatlarını etkilemesi üzerine
ilişkiler ileri bir boyut kazanmıştır. Özellikle, Osmanlı coğrafyasının elinde
tutuğu zengin yer altı ve yer üstü kaynakların altı çizilerek, devleti
yönetenlerin Osmanlı’ya yönelik olarak politika oluşturmasını istiyorlardı.
Tüccarlara göre; sömürü merkezi olan Hindistan’a en kestirme yol, Osmanlı’nın
üzerinde bulunduğu topraklardı. Onlara göre, İngiltere’nin Rusya ile yaptığı
ticaretten zararlı çıktığı, Osmanlı ile yaptığı ticatetten büyük karla çıktığı
görüşü vardı. Doğu’da kendi gücüne meydan okuyacak Rusya’yı İngiliz
sermayesiyle geliştirmek yerine, kendi nüfuzundan hiç çıkmayacak olan Osmanlı
Devleti’ni geliştirerek, Ruslara karşı tampon görevi görebileceği ifade
ediliyordu. Zaten Osmanlı’nın kapitülasyonlarla ile birlikte yabancı tüccarlar
uygulamış olduğu %3’lük gümrük vergisi, İngiliz tüccarların bir hayli ilgisini
çekmekteydi.
İngilizler, 19.yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Osmanlı ticaretinde ve
siyasetinde ağırlıklarını koymuşlardır. Bunu yapmalarını kolaylaştıran antlaşma
ise 1838 yılında imzalanan Balta Limanı Ticaret Atnlaşması’dır. 1740 yılından
itibaren her on dört yılda bir uzatılan kapitülasyonların en sonuncusu 1820
yılında imzalanmış, 1834 yılında süre dolmaya yakın iken Osmanlılar sürenin
uzatılmasını istemişlerdir. Bu kapitülasyonlarda gümrük vergileri, cari
fiyatlar üzerinden değil de, sözleşmelerde belirtilen fiyatlar üzerinden
alınması, Osmanlı’nın parasının değerini düşürüyor ve bu düzenleme İngiliz
tüccarların işine geliyordu.[25]
İngilizler, Osmanlıların yeni antlaşma önerisine sıcak bakmamışlardır.
Osmanlı Devleti’nin gümrük vergisi, aslında %3 iken, paranın değer
kaybıyla birlikte %1’lere kadar düşmekte olduğundan, Osmanlı yöneticileri,
mevcut ekonomik buhrandan kurtulmak için içteki vergileri artırarak halkın
tepki göstermesine neden olmaktadırlar. İngilizler, Osmanlı’nın uyguladığı
devletin satın alma tekeli politikasını ve yerli tüccarların ihracat yasağını,
bu zamlarla birlikte kaldırma fırsatını yakalamışlardır. Devletin, tüccarın
hangi malı ne kadara satacağına karar vermesi, İngilizlerin karını azaltıcı bir
etmendi. Bu yüzden İngilizler, yerli malların sadece Osmanlı tüccarlara
satılmasını istemiyorlar, direk olarak aracı olmaksızın üreticiden satın almayı
amaçlıyorlardı. Osmanlı’nın bu sistemi kaldırması, gelirinin ciddi oranda
azalmasına neden olacağından, İngilizler, kendi kültürel yayılmacılığı ile
eğittikleri kişilerin önemli yerlere gelmesini sağlayarak, bu sistemin
kaldırılmasını başarıyorlardı.
16 Ağustos 1838 tarihinde imzalanan Balta Limanı Antlaşması ile birlikte
devletin uygulamış olduğu iç gümrük vergileri kaldırılıyor, yabancıların
ticarete girebilecekleri bir sistem geliyordu. Bu antlaşmayla; İngilizler kesin
olarak Akdeniz’deki ticari gelişimini sağlamlaştırmışlardır. İngilizlerin
sanayi hamlesiyle ucuza ürettikleri malları, Osmanlı zanaatkarları tarafından
el emeğiyle üretilen mallara oranla daha ucuza satılacağından, Osmanlı sanayisi
artık tamamen çökmeye yüz tutmuş bir hal alacaktır. Osmalı iç pazarı,
yabancılara terkedilerek, ülke ekonomisi iyice üretemeyen bir yapıya bürünmüş,
ihracata dayalı ekonomik yapı, ithalata dayalı olarak, zaten zor durumda olan
Osmanlı maliyesini iflas noktasına getiriyordu.[26]
2.2.2.Tanzimat Fermanı
İngilizler, 19.yüzyılın başlarından itibaren II. Mahmut tarafından
başlatılan reformların başarıya ulaşmasının, Osmanlı İmparatorluğu’nu Rusya
karşısında güçlendireceğini düşünmekteydiler. Ordunun modern silahlarla
donatılmasını ve askerlerin eğitilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Osmanlı
ordusundaki askerlerin, İngiliz Harp okullarında eğitim görmesi sağlanmasına
rağmen, herhangi bir başarı sağlanamamıştır. İngilizler, Mustafa Reşit Paşa
aracılığıyla şunları söylemekteydiler:[27]
“Osmanlı
Devleti, Rusya’nın hilelerine ve korkutmalarına aldırış etmeksizin, askerine
nizam vermeye, ziraat ve ticaretini geliştirmeye ve memleketini imar etmeye
devamlı olarak dikkat etmelidir. Ordunun ve Harp Okulu’nun Fransız subayları,
donanmanın da İngiliz subayları yardımıyla düzenlenmesine çalışılmalıdır.
Ticarette tekeli, vergide iltizam usulü kaldırılmalı ve karantina sistemi
mutlak surette kabul edilmelidir.”
Bu ifadelerle, Osmanlıların Rus tehlikesine karşılık kendisini
koruyabilmesi, İngilizlerin en büyük amacı olduğu anlaşılmaktadır. 1830’lı
yıllardaki İngiliz politikaları, Osmanlı’nın meşrutiyete geçecek toplumsal
altyapının olmadığını bilerek, ordunun modernizasyonu çalışmasının, en iyi
şekilde, tek bir karar otoritesinin olduğu, mutlaki yönetimi temsil eden padişah
yönetimi tarafından yapılacağına inanmaktaydılar.
II. Mahmut döneminde, Osmanlı
İmparatorluğu, Yeniçeri Ocağı’nı kapatarak, ulemanın devlet içerisindeki
etkisini azaltarak, reformist yapıyı desteklemiştir. Mustafa Reşit Paşa, Londra
ve Paris elçiliklerinde görev yapmış, oralarda Osmanlı İmparatorluğu’nun tek
çıkış yolu olarak, Avrupa’nın modernizasyonunu Osmanlı’ya uygulamak olduğunu
görmüştür. Mustafa Reşit Paşa, devletin ayakta durabilmesi için yenileşme çabalarının
sürmesi, Padişah'ın bu konuda istek ve irade sahibi olması, yabancı devletlerin
de Padişah'ı desteklemeleri gerektiğine inanıyordu. Yapmayı düşündüğü
reformları Londra'da elçi olarak bulunurken, İngiltere'nin eski İstanbul elçisi
Stratford Canning ile tartıştı.[28]
Canning işe en başından yani can ve mal güvenliğinden başlanması gerektiğini savunmuş,
Reşit Paşa bunlara şeref ve haysiyetin korunmasını da eklemiştir. Tanzimat Fermanı
ile devlet, çağdaş bir yapıya kavuşma yolunda kendi vatandaşlarına ve yabancı
devletlere karşı bir yükümlülük altına girmiş oluyordu.
3 Kasım 1839 yılında
Tanzimat Fermanı ilan edilmiş, bu fermanla, kavmine bakmadan bütün
vatandaşların can, namus ve mal güvenliği sağlanacağı belirtilmiş ve iltizam
sistemi yerine düzenli bir vergi sistemi getirilmiştir. Fermanı, İngilizler
memnuniyetle karşılamıştır. Gayrimüslimlerle eşitliği hazmedemeyenler,
özellikle ulema sınıfı bunu şiddetle protesto ederken, imparatorlukta laik yapı
giderek benimseniyordu. Yeni kurulacak cumhuriyetin, laikliği benimsemesinde,
Tanzimatçıların etkisi büyüktür.[29]
Tanzimat Fermanı ile birlikte,
İngilizlerin yörüngesinde hareket eden bir Osmanlı İmparatorluğu izlenimi
vardı. İngilizler, bu yeniliklerin Osmanlı’nın güçlenmesinde, en azından
Rusya’nın Karadeniz’e doğru genişleyerek, sıcak denizlere ulaşma yönünde
uyguladığı faaliyetlere karşı, bir duvar oluşturabileceğini düşünmekteydiler.
Ayrıca gayrimüslimlerin haklarını artırarak, onların ülke yönetiminde daha
fazla söz sahibi olmalarını sağlamıştır. Böylece İngiltere, kendi nüfuzunu
artırarak, Osmanlı’ya istediklerini yaptırabelecek bir konuma yükselmiştir.
2.3.Kırım
Savaşı ve Islahat Reformu
Tanzimat’ın ilanı ile Osmanlı’nın
modernizasyonunu sağlamak için sarfettiği gayret, İngiltere tarafından
desteklenmiştir. Tüm bu gelişmelere rağmen, Rusya, Balkanlar’daki Slav ırkına
yönelik himaye politikasını uygulayarak, Balkanlar’daki halkların Osmanlılara
karşı ayaklanmasını sağlamaktaydı. Ruslar, Ortodoksların hamiliğini
üstlenmekle, Osmanlı’nın içişlerine karışmayı istiyordu.
Literatüre Kutsal Yerler (Makamat-ı
Mübareke) olarak geçen yerler Kudüs'te bulunan ve hristiyanlar için kutsal
sayılan Kamame Kilisesi, Beytül-Lahm (Betlehem) Mağarası, Kutsal Taş
(Hacer-iMugtesil), Hazret-i İsa ve Hazret-i Meryem'in makamlarıydı.[30] Kamame
Kilisesi’nde bir yangın çıkmış ve iki kubbesi zarar görmüş, aynca
Beytül-Lahm'dan gümüş bir yıldız kaybolmuştu. Tamir işleri cemaatler arasında
paylaşılamadığından uzun süre sürüncemede kalmış, Osmanlı Devleti tamirini
yapmak istemesi de sonuç vermemiştir. Fransa'da II. Cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı
olan Louis Napolyon gerilemiş olan Fransız nüfuzunu tekrar kurmak amacıyla
Kutsal Yerler’de yaşayan Katoliklerin haklarını koruma bahanesiyle, Osmanlılara
ültimatom vermiştir. Bunun üzerine çok sayıda o bölgede yaşayan Ortodokslar
tepki göstermiş, Rusya’da Ortodoksların hamiliğini üzerine alarak Osmanlı
yöneticilerine, Ortodoksların haklarının geri verilmesini istemiştir.
Kutsal Yerler Sorunu Rus Çan I. Nikola
ile III. Napoleon arasındaki çekişmenin bir göstergesi olarak gelişerek,
Rusların uzun zamandır Osmanlı’yı ortadan kaldırma fikrini yeniden
alevlendirmiştir. Bu sayede, İngilizleri iknaya çalışmış, İngilizleri desteğini
almadan da Osmanlıların sonunu getirmeyi amaçlamıştır. Özellikle 1838 Ticaret
Antlaşması Osmanlı ülkesinde önemli imtiyazlar elde eden İngiltere, 1850 Gümrük
Tarifesi Antlaşması ile Osmanlı sınırları dahilinde geniş ticari haklara sahip
olmuştu. Kendi çıkarlarını korumak ve daha da genişletmek amacındaydı. Bu
yüzden Balkanlar’ın Rus nüfuzu altına girmesini kendi çıkarları açısından uygun
bulmayan İngiliz Hükümeti, gerek Balkanlar’da gerekse Ortadoğu’da statükonun
devamından yanaydı .Akdeniz’de o günlerde sağladığı üstünlüğün de bir sonucu
olarak Mısır ve Girit’in ileride kendi hakimiyetine geçeceğine inanıyordu.[31]
2 Temmuz 1853 günü Rus ordusu bir Osmanlı
toprağı olan Memleketeyn(Eflak-Buğdan)’e girdi. Bu durum iki ülke arasında
barışın sona ermesi olarak kabul edildi. Osmanlı Devleti derhal savaş açmayı
düşündü ise de yabancı elçilerin girişimi sonucu durumu protesto etmekle
yetindi.[32]
Memleketeyn’i işgâl etmekle yetinmeyen Rusya, 30 Kasım’da Sinop limanına ani
bir baskın düzenleyerek, burada bulunan Osmanlı donanmasını imha etti. Bu
gelişmeler üzerine, İngiliz ve Fransız donanmaları Marmara denizine girdiler, Ocak
1854’te de Karadeniz’e açıldılar. 12 Mart 1854’te Osmanlı hükümetiyle bir
askeri yardım antlaşması imzaladılar. Müttefikler, Rusya’yı barışa zorlamak
maksadıyla Kırım’a çıkarma yapmaya karar verdiler. Kırım’ın Rusya için önemini
bilen Müttefikler, Rus deniz gücünü yok etmek amacıyla savaşı, büyük bir
tersaneye sahip olan Sıvastopol’un bulunduğu Kırım’a taşıdılar. 8 Eylül 1855
tarihinde, Rusya’yı barışa zorlamak amacıyla yoğunlaştırılan askeri harekât
sonunda Sıvastopol düştü. Müttefiklerce yardım gönderilmesi engellendiği için
Kars Rusların eline düştü.[33]
Hasan Şahin İngilizlerin amacını şu
cümlelerle ifade ediyordu.[34] “Esasen Kırım savaşı, Osmanlı
devletinin toprak bütünlüğünün korunması isteğinden çok, Avrupa’ya özgü
düşüncelerle yürütüldü. İngiltere için önemli olan Avrupa’daki güç dengesinin
korunmasıydı. Daha önce belirtildiği gibi, İngiltere,’’Yakındoğu Sorunu’’nun
önemini geç anlamış olmakla birlikte, bu tarihe gelindiğinde, Osmanlı
İmparatorluğu üzerinde Rus koruyuculuğunun, Mısır üzerinde Fransız koruyuculuğu
kadar tehlikeli olabileceğini düşünüyordu.”
Bu savaş sonucunda Paris’te Barış
Konferansı düzenlenmiş ve 30 Mart 1856 tarihinde Osmanlı, İngiltere, Fransa,
Avusturya, Prusya arasında Paris Barış Antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı, bu
antlaşma neticesinde Avrupalı bir devlet olarak görülmüş ve toprak bütünlüğü,
Avrupalı devletlerin güvencesi haline gelmiştir. Bu şekilde, Rusların
Osmanlı’nın içişlerine önlenmiştir.
Kırım Savaşı sonunda Osmanlı-İngiliz
ittifakı, Rusya’yı yenilgiye uğratarak, Rusların Karadeniz’deki faaliyetlerinin
durdurulması, Osmanlı’nın yeni bir reform hareketini başlatmasına sebep
olmuştur. İngilizler, Kırım Savaşı’nda yaptığı yardımların etkisiyle, Osmanlı
yöneticilerine gayrimüslimlere daha da fazla hak verilmesinin sağlanması için
yoğun baskı yapmışlardır. İngilizler, Rusların bir daha Ortodoks halkı
korumasını önlemek için muhakkak Islahat Fermanı’nın ilan edilmesini
istiyorlardı.
1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı
ile ekonomi alanında modernizasyon çalışması için Avrupalı uzmanlar çağrılacak
ve Batılılaşma fikrine sıkı sıkıya bağlanılacaktı. Fransız milliyetçiliğinin dalga dalga
yayılması Osmanlı Devleti için tehlike çanlarının çalınmasına sebep olmuştur.
19. yüzyıl boyunca Osmanlı yöneticileri Osmanlı nüfusunun yaklaşık 1/3’ünü
oluşturan gayrimüslim grubunun ayaklanmasını önlemek üzere çalışmalar
yapmışlardı. Fransız milliyetçiliğinin yayılmasından sonra Osmanlı sınırları
içindeki etnik unsurlar ayaklanmadan onları da kapsayan bir Osmanlı milleti
yaratılmaya çalışılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu dâhilinde yaşayan Türk, Arap,
Çerkez, Bulgar, Rum bu ülkenin yurttaşı olarak bir bütün halinde yaşamalıydı.
Böylece bir nevi Amerikan milleti gibi Osmanlı milleti oluşturulacaktı.[35]
Prens Sabahaddin gibi Batı yanlısı
olanların bır kısmı, Eğitim
sistemi bireysel yetenekleri geliştirmeye yönelik olan İngiltere ile ABD gibi
ülkelerde bireyler girişimciydi. Bireyci toplumlarda girişim serbestliği ve
rekabet hat safhadaydı.[36]
Bu şekilde o ülkeler gelişmeye açık ve hızla büyüyen ülkeler idi. Bu yüzden
Prens Sabahaddin özel teşebbüsün ülkeye getirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Ona göre genel hayat, özel hayatı baskı altında tuttuğu sürece toplum
gerilemeye mahkûmdur. Siyasi ve sosyal yapıda bireyci sisteme geçilmeli hatta
eğitim de ABD ve İngiltere’deki gibi olmalıydı.
Osmanlıcılık adına bu gelişmeler
yaşanırken, Hristiyanlar askerlik yapmak zorunda kalınmasından rahatsızlık
duyuyorlar, Avrupa devletlerinin elçilerini, hak edinerek yaşanacak topraklar
üzerinde bağımsız yaşamalarının koruyucuları olarak görüyorlardı.[37]
Osmanlıcılık faaliyetleri de Rumeli’de yaşayan Gayrimüslimleri etkilememiş,
onlar Osmanlıcılık fikrini benimsemek istememiştir. Sonuçta Balkanlar’daki
halklar kendi devletlerini kurmak için ayaklanacaklar ve yeni Padişah II:
Abdülhamit’in politika değiştirerek, İslamcılığı benimsemesine neden olacaktır.
3.OSMANLI-İNGİLİZ
İLİŞKİLERİNİN BOZULMASI (1878-1914)
1878’den sonraki yıllarda Osmanlı-İngiliz ilişkileri Altın Çağ’daki gibi
sıcak ve birbirini kollayan şekilde gelişmemiştir. Bunların nedenleri arasında
Osmanlıların giderek güçsüzleşmesi ve kendi topraklarını koruyabilecek durumda
olmaması, Rusya’nın giderek güçlenmesi vardır. Ayrıca güçlenen Prusya’nın Alman
İmparatorluğu’nu kurarak Avusturya ve Rusya ile birlikte Üçlü Devler Ligi’ni
kurması, İngilizlerin politikalarını etkileyen önemli sonuçlardandır.
3.1. Balkan Ayaklanmaları ve
93 Harbi
1860’lı yılların ortasında Girit’te Osmanlılara karşı sözde vergi
meselesi yüzünden bir isyan çıkmış, Yunanlılar, Girit’in ilhakı için harekete
geçmişler, bunun sonucunda da Fransız ve Rusların desteğini almışlardır. O
dönem İstanbul’da İngiliz elçisi olan Henry Elliot, Padişah Abdülaziz’in
Fransızlara kızgınlığını şu ifadelerle anlatmaktaydı.[38]
“Ben Abdülaziz’in
Fransa ve İngiltere ziyareti öncesi Türkiye’ye geldim. Abdülaziz Londra’daki
resepsiyondan çok memnundu; fakat Avrupa’ya ziyaretinin temel nedeni olarak
bildirilen Büyük Sergi’nin yapıldığı Paris’teki İmparator Napolyon’un
davranışına çok kızgındı. Sultan’a Dışişleri Bakanı Fuad Paşa eşlik etmişti ki,
Fuad Paşa sultanın temel yorumcusu olarak görev yapan müktedir ve zeki bir
devlet adamı idi. Girit’teki korkunç isyan zirvedeydi ve bir gün İmparator(III.
Napolyon) lafı dolandırmadan sultana, en iyi yolun adayı Greklere( Yunanlılara)
teslim etmek olduğunu teklif etti ki, bu teklifin sultanın zihninde meydana
getirdiği öfke tahmin edilebilir.”
Ruslar, bir Rum davası olan Girit İsyanı’nı, Osmanlı üzerinde etki
yaratabilmek için bir Rus davasına çevirmeyi amaçlamışlar ve ayaklanmanın
etkisini artırmak için çabalamışlardır. Ayaklanmayı çıkaranları destekleyerek,
Osmanlı’yı zor durumda bırakan Rusların,
isyana desteğini Elliot şu cümlerle açıklıyordu:[39]
“Asiler
kendilerinin çıkarılması zor olan güvenli dağlara çekilmişlerdi, fakat eğer
onların ihtiyaçları dışarından karşılanmamış olsaydı, orada tutunabilmeleri
uzun sürmeyecekti. Onlar yiyecek konusunda güç durumda kalmış olsalar bile ve
eğer Rus gemileri gizli bir şekilde onları mücadele için donanımlı hale
getirerek, aynı zamanda Atina kıyılarında korunan binlerce kadın, çocuk, yaşlı
ve diğer savaş halinde bulunmayan kimseleri taşıyarak asilerin yardımına
koşmamış olsalardı ayaklanma bastırılmış olacaktı.”
Osmanlı hükümeti, ayaklanmanın bastırılması için sert önlemler alıyor ve
önemli askeri başarılar kazanmasına rağmen, İngilizler ayaklanmanın
bastırılmasında isteksiz davranınca Girit’e özerklik verilerek ayaklanma
bastırılmıştır. İngiliz ilişkilerinin güvenilir olmadığını gösteren gelişmelerden
biridir Girit İsyanı.
1875 yılındaki Bosna Hersek ayaklanmsı, Balkanlar’ı sararak 1977-78 ünlü
Osmanlı-Rus Savaşı(93 Harbi)’na ortam hazırlamıştır. İngiliz elçisi Eliot’ın
ilk edindiği izlenime göre ayaklanmanın nedeni şu şekildeydi:[40] “Ayaklanmanın temel olarak vergi ve
mecburi askerliğe karşı bir direniş olarak görünüyor, fakat bu Hristiyanlarla
sınırlı kalmamıştır.” Aslında Rusların
Balkanlar’da uyguladığı Slav ırklarını birleştirme politikasıyla,
Balkanlar’daki nüfuzu artırmak istemesi ve Balkan halklarını kışkırtmasıyla
ayaklanmalar çıkmıştır. Daha sonra İngilizler, sorunu soyo-ekonomik bir sorun
olarak görmemişler ve Avusturya ile Rusya’nın kışkırtmalarının etkisinin altını
çizmişlerdir.
Bosna İsyanı, Bulgaristan’a sıçramış ve
Bulgaristan ayaklanmasının bastırılmasının, İngiliz kamuoyunda Bulgar katliamı
olarak değerlendirilmesinin abartılı olduğunu dile getirmesine rağmen Elliot,
İngiliz kamuoyu tarafından Türk yanlısı olmakla suçlanmıştır. Herkes
Hristiyanların yaptığı toplum katliamların karşısısında, bir misilleme yapılacağını
biliyordu, fakat buna rağmen Hristiyanların katliamı dile getirilmemiştir. 1875
yılında patlak veren Bosna-Hersek ayaklanması ve ardından Bulgaristan
ayaklanması sonucu çıkan Osmanlı-Sırp savaşları, Balkanlar’ı alev topuna
döndürerek, Büyük devletlerin Doğu sorunu ile yeniden ilgilenmelerini
sağlamıştır.[41]
Osmanlı’nın Sırplara üstünlük sağlaması üzerine, Rusya’nın devreye gireceğini
belirtmesi üzerine, İngiltere araya girerek, İstanbul’da bir konferans düzenlenmesi
kararlaştırılmıştır. 1876 yılında düzenlenen konferansta, Türklerin Bulgar
katliamı yaptığı üzerine yapılan kampanyalar üzerine, devletler Osmanlı’ya
karşı olumsuz bakmışlardır. Ama gene de İngiliz hükümetini oluşturan
Muhafazakar Parti, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünden vazgeçmiyordu.
Konferansta İngiliz hükümetini temsil edenlerin arasında olan Hindistan
Bakanı Lord Salishbury, hükümetten farklı düşünerek, Osmanlı İmparatorluğu’nun
toprak bütünlüğünü bir kenara bırakarak, Rusya ile anlaşılması gerekliliğine
inanıyordu. Türk aleyhtarlığı ile bilinen Liberal Parti lideri William Evart
Gladstone’da bu görüşe destek veriyordu. Osmanlı bu konferansta Rusların
isteklerine, İngilizlere güvenerek reddetmiştir. Rusların istekleri arasında
halkın uğradığı zararların karşılanması ve Hristiyanların reformlar yapılana
kadar silah taşımaları vardı. Osmanlı hükümeti, İngilizlerin istediği
reformları bir adım öteye taşıyarak I.Meşrutiyet’i ilan etmiştir.
Osmanlılar, Rusların isteklerini bir kez daha reddetmesi üzerine, Ruslar
1877 yılında Osmanlı’ya savaş açmıştır. İngiltere, Rusya’nın İstanbul’u işgal
etmeyeceğinin güvencesini alarak savaşa müdahil olmamıştır. 1877-1978 Savaşı
(93 Harbi), Osmanlı’nın ağır yenilgisiyle sonuçlanmış, 3 Mart 1878 yılında Ayastafanos
Antlaşması imzalanarak, Osmanlı Rusya’ya 1 milyar 410 milyon Ruble savaş
giderini ödemiştir. Zaten Osman Devleti, Kırım Savaşı sonrası Avrupalı
devletlerden borç aldığı için devlet, bu borçlar için her yıl 14 milyon lira
faiz ödemekteydi. Bu savaştan sonra, Osmanlı maliyesi borçlarını ödeyemez
duruma gelmiştir.[42]
3.2.Osmanlı-İngiliz
İlişkilerinin Kırılma Anı ( 1878 Berlin Kongresi)
Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra 1878 Haziran’ında Osmanlı ile İngiltere
arasında antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmaya göre; Batum, Kars, Ardahan illeri,
Rusya’nın eline geçecek olursa, İngiltere, Kıbrıs Adası’nı askeri üssü haline
getirebileceklerdi. Kıbrıs Adası, jeopolitik olarak Akdeniz’in merkezinde
olması ve Hindistan’ı koruyabilecek bir donanmanın mevzilenmesi açısından
önemli bir yere sahiptir. Kıbrıs’ın İngilizlere geçmesiyle birlikte,
İngilizler, Akdeniz ticaretindeki yegane güç olmalarını sağlamlaştırmışlardır.
İttifak antlaşması ile ayrıca Osmanlı Devleti’ne gerekli savaş malzemesi
yardımı yapılacak ve bunun sonucunda Osmanlı toprağındaki Protestan halka daha
fazla hak verilmesi istenecekti.[43]
13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasında Berlin’de bir konferans
düzenlenmiştir. Bunun nedeni ise yeni filizlenen güç olan Almanya
İmparatorluğu’nun, Rusya’nın Balkanlar’da daha fazla nüfuz sahibi olmasını
istememesi ve İngiltere’nin Rusya’nın sömürge yollarını tehdit eder duruma
gelmesidir. Berlin Antlaşması ile, Romanya, Karadağ ve Sırbistan tam
bağımsızlıklarını kazanmışlar, Bosna-Hersek geçici olarak Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu tarafından işgal edilecekti. Rusya, Karadeniz’in doğusunda
stratejik öneme sahip, Kars, Ardahan ve Batum’u ele geçirmiş ve böylelikle
İngilizlere Kıbrıs’ı işgal hakkı tanınmıştır. 1878 Berlin Antlaşması ile İngiltere,
Rusya’nın Osmanlı topraklarında daha fazla yayılmasını engellemekle kalmamış,
Rusya’nın bu topraklardaki yerini almaya gayret göstermiştir.
1880 yılında İngiltere’de yapılan seçimlerde Muhafazakar Parti
iktidardan düşmüş, yerine Gladstone önderliğindeki Liberal Parti iktidara
gelmiştir. Bu dönemde İngiltere, artık Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak
bütünlüğünü koruma amacını gören politikasını terketmiş, Hint yolunun güvenliği
açısından önemli Osmanlı topraklarını kendi yönetimi alttına almaya çalışılmaya
başlanmıştır.[44]
İngilizlerin Kıbrıs olayından sonra, fiilen Osmanlı yönetimi altında olan
Tunus’u 1881 yılında Fransızlar işgal etmiştir.
Diplomaside bu gelişmeler olurken, Osmanlı maliyesi ise büyük bir
çöküntü içine girerek, dış borçlarının faizini ödeyemez hale gelmiş, Avrupalı
devletlerin baskısıyla, 1881 yılında Osmanlı’nın almış olduğu borçları ödemesi
için mali bir örgüt olan Düyun-ı Umumiye İdaresi (Genel Borçları Ödeme Kurumu)
kurulmuştur.[45]
O döneme kadar ülkede yürütülen ekonomik, politik, kültürel ve stratejik
yerlerimiz, gelir ve giderlerimiz, resmen Avrupalı devletlere özellikle
İngilizlerin denetimi altına giriyordu. Düyun-u Umumiye İdaresi’nin gelir
kaynaklarını işletme, ortaklaşa kiraya verme, bağcılığın, ipekçiliğin ve
balıkçılığın geliştirilmesi için numune çalışmalarda bulunma, Fransız, Alman ve
İngiliz sermayesinin de katılımı ile çeşitli madenlerin işletilmesi, demiryolu
ve alt yapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi, elektrik, telefon, gaz ve
tramvay işletmeciliği gibi alanlarda faaliyetleri vardı. Böylece, Batı
kapitalizminin Osmanlı Devleti’ne ve ekonomisine tam anlamıyla nüfuzu ve
dolayısıyla hakimiyeti sağlanmış oluyordu.[46]
İngilizler, Mısır’ı 1881 yılında işgal etmiştir. Bunun nedenleri
arasında, Mısır’da tıpkı Osmanlı’daki gibi ekonomisi iflas noktasına gelmiş,
halk buna dayanamayarak isyan başlatmıştır. Bu isyan sırasında Osmanlı yönetimi
çaresiz kalmış ve İngiliz yönetimi kendi çıkarlarının zarara uğrayacağını
belirterek, sadece asayişi sağlamak amacında olduğunu söyleyerek İskenderiye’ye
donanma çıkarmıştır.[47]
Bunun üzerine II. Abdülhamit, Osmanlı’nın İngiliz ilişkilerine çeki düzen
vermek gerekliliğini ön plana çıkarmış, Mısır’ın elden çıkmasından sonra
İngilizlerin Arap Yarımadası’na karşı işgale başlayacağını düşünerek, Arap
nüfusunun devlete isyanını önlemek amacıyla, halifelik nüfuzunu kullanarak,
İslamcılık düşüncesini benimsemiştir.[48]
İngiltere, 1882 yılında Mısır’ı işgal etmesinin ardından Doğu Sorunu’na
ilişkin politikasında keskin bir değişiklik yaşanmıştır. İngiltere, Osmanlı
toprakları üzerinden Hindistan’a giden yolun güvenliği açısından, bu
toprakların Rusya’nın eline geçmesini istemiyordu, ancak Mısır’ı işgal ettikten
sonra, Hindistan ile iletişim daha rahatlıkla sağlanabilecekti ve böylelikle,
Osmanlı topraklarının Rusya’nın eline geçebilmesi olasılığı bile, artık
İngiltere açısından bir tehlike oluşturmayacaktı.[49]
19.yüzyılın sonlarından itibaren Almanya giderek güçlenmiş ve
İngilizlerin tahtına karşılık, kendi imparatorluğunu tek güç odağı haline
getirmek için faaliyetlerde bulunmuş, sonunda zengin yer altı ve yer üstü
kaynaklarına sahip Osmanlı ile işbirliği yapmıştır. 20.yüzyılın başlarından
itibaren Almanya’nın yükselişini durdurmak adına Fransa ve Rusya’nın
oluşturduğu ittifaka katılmıştır. İngiltere bu yüzyılda, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Mezopotamya ve İran Körfezi’ndeki topraklarına gözünü
dikmiştir. Bu bölgelerin doğal zenginliği ve Hindistan sömürgesini koruyucu bir
nitelik kazanabileceğinden, Almanya’nın Osmanlı üzerindeki nüfuzunu artırarak,
Mezopotamya’daki zenginlikleri İngilizlerden önce ele geçirmek için yapmak
istediği Bağdat demiryolu hattına karşıydılar. İngiltere’nin bu dönemde
uyguladığı politikayı en iyi Salishbury özetliyordu:[50]
“… Bizim
fikrimize göre, Çin ve Türk imparatorlukları öylesine zayıftır ki, bütün hayati
meselelerde bizim hariciyecilerimizin tavsiyelerine tamamen uyacaklardır. Fakat
İngiltere ve Rusya tavsiyelerde bulunurken, hep birbirlerine zıt hareket
ediyorlar. Şayet, Rusya ile anlaşırsak, bunda her iki memleketin müşterek
menfaatleri vardır. Kendimi hiçbir kayda bağlamadan, sırf gerçekleri teslim
etmek için şöyle söyleyebilirim; Türkiye’nin Afrika toprakları ve Bağdat’tan aşağıda
kalan kısımları bizi ilgilendirir, bunlarda İngiliz menfaatleri vardır. Aynı
şekilde Çin’de de Hoango Vadisi’nde ve Kuzey Yangtze Vadisi’nde müşterek
menfaatlerimiz vardır. Şayet biz iki memleket birbirimizle anlaşır ve müşterek
hareket edersek çok iyi olur. Zira bu iki memleket söz konusu bölgelerdeki
kendi menfaaatlerinden haberdar değillerdir.”
3.3.I. Dünya Savaşı’na
Yaklaşırken Osmanlı-İngiliz İlişkileri
İngiltere’nin Mısır’ı işgali Osmanlı Devleti aleyhine dönmüş olan
siyasetinin önemli bir göstergesidir. Adliye Nazırı İbrahim Bey’in sözleri
İngiliz politikasının değişikliğini anlatan en önemli göstergedir.[51]
“İngilizlere
gelince, bu devlet şimdiye kadar yani Mısır ve Arap meselelerinin ortaya
çıkışına kadar bizim lehimizde idi. Fakat bu meselelerden sonra İngilizler,
Mısır’a el koymak suretiyle Hindistan irtibatını sağladıkları için ne yazık ki
eski dostluğu terk ettiler ve bizim düşmanız olan ittifak grubuna dahil oldular.”
1896 yılına gelindiğinde özellikle Girit’te gerekli reformların
yapılmadığı gerekçesiyle karışıklar ortaya çıkmış, bu esnada Yunan Hükümeti’nin
karışıklıklar dolayısıyla adaya asker çıkarmasıyla asayişi geri getirmek
amacıyla Büyük Devletler adaya asker göndermiştir. Büyük Devletlerin Osmanlı’ya
bildirdikleri notalarda ortak nokta şuydu: Adanın hiçbir zaman Yunanistan’a
ilhak olmayıp, özerk bir yönetime sahip olacağı garanti edilmiş, ayrıca Osmanlı
askerlerinin yabancı askerlerin güvenlik çemberine aldığı bölgelerden çekilmesi
istenmiştir. Adadaki Osmanlı egemenliğinin kalacağı garanti altına alınmıştı.
Osmanlı Devleti’nin Girit’teki egemenlik haklarının korunması hakkında garanti
edilmesi üzerine Osmanlı Devleti şartları kabul etmiştir.
19.yüzyılın sonlarından itibaren İngilizlerin desteği Rumlarla sınırlı
kalmamış, isyanlar çıkaran ve terör eylemlerinde bulunan Ermeni komitecilerini
de aktif bir şekilde destekleyerek Fransa ve Rusya ile birlikte Osmanlı
Devleti’ne baskı yapmıştır. İngilizler 1899 yılından itibaren Balkanlardaki
Makedonya meselesine ilişkin müdahelelerini de artırmışlar ve Padişah II.
Abdülhamit’in İslamcılık politikasının İngiliz sömürgelerinin büyük bir
çoğunluğunun Müslüman olmasından dolayı zarar vereceğini düşündüklerinden
Balkanları daha fazla karıştırmışlardır. Bu nedenden dolayı Ortadoğu’daki
Arapları elde etmeye ve onları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaya yönelik
politikalar üretmiştir.[52]
Bu dönem içerisindeki Osmanlı üzerindeki İngiliz etkisi, yerini 19. yüzyılın
sonlarından itibaren Alman Kayzeri II. Wilhelm’in Osmanlı’yı ziyaret etmesiyle
Alman etkisine bırakacaktı.
İngilizler, Makedonya meselesinin çıkması için Bulgarlar’a Girit
meselesini örnek göstermişler, Girit’teki Hristiyan halkın yaptıkları isyanlar
neticesinde bağımsızlıklarını kazandıkları belirtilerek, Bulgarların da aynı şekilde
Makedonya’da Hristiyan bir valinin yönetiminde bağımsızlıklarını
kazanabilecekleri vurgulanmıştır. İngiltere ve Rusya 1905 yılından itibaren
Osmanlı Hükümeti’ne mali ıslahat projeleri önerilmiş, Osmanlı’nın yöneticileri
bunları kabul etmemiş, bunun üzerine Midilli ve Limni adaları işgal edilmiştir.
İngiliz Hükümeti 1908 yılında Makedonya meselesi üzerine bir genelge
yayınlamıştır. İngiltere’nin önerisine göre; Büyük Devletler tarafından
Makedonya’ya bir vali atanacak ve bu vali sadece Büyük Devletler’in onayıyla
görevden alınacağı gibi, Makedonya’daki Türk askerlerinin sayısı da büyük
oranda azalacaktı.[53]
İngilizler, 19.yüzyılın son çeyreğine kadar kendi sömürgelerini tehdit
eden bir güç olarak karşısında siyaset yaptığı Rusya ile 20. yüzyılın
başlarından itibaren ilişkilerini geliştirmiştir. Fransa ile Rusya 1894 yılında
aralarında itifak yapmış, 1904 yılında da İngiltere ve Fransa arasında ittifak
antlaşması imzalanmıştır. 1907 yılında Petersburg’da İngiltere ile Rusya
arasında imzalanan antlaşma ile Asya’da İngiltere ve Rusya arasındaki
anlaşmazlık sona ererek, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Üçlü İtilaf
sağlanmış oluyordu. 1908 yılından İngiliz Kralı ile Rus Çar’ı arasında Osmanlı
Devleti’nin topraklarının paylaşılması üzerine Reval Görüşmeleri’nin yapılması,
Osmanlı’daki İttihat ve Terakki hareketinin güçlenmesine neden olmuştur.
İttihat ve Terakki’nin neden olduğu 1908 yılından gerçekleşen II.
Meşrutiyet dönemi bile Osmanlı’nın toprak kaybına engel olamamıştır. 1908
yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i ilhakı,
Bulgaristan’ın bağımsızlık ilanı ve Girit sorunları karşısında Osmanlı yöneticilerinin
İngiltere’den beklediği yardımı alamamaları üzerine ilişkiler giderek
olumsuzlaşmıştır.
Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin giderek olumsuz seyirde kalmasını sağlayan
olaylar silsilesi meydana gelmiştir. Bu olaylardan ilki Alman yatırımlarıyla
yapılacak olan Bağdat Demiryolları Hattı’nın özellikle Bağdat-Basra
demiryolları kısmıydı. İngilizler, Basra’nın yönetiminde etkiliydiler. Bu durum
Osmanlı’nın bölgedeki güçsüzlüğünün kanıtıydı. Burası Osmanlı toprağı olsa
bile, İngilizler bu topraklarda söz sahibi olan bir devletti. Osmanlı
resmiyette bu bölgeye hakimdi, asıl hakim İngilizler idi. Bu bölgenin zengin
petrol yataklarına sahip olmasından dolayı İngilizler, buraya yapılacak
demiryolu hattıyla Almanların bu bölgede nüfuz sahibi olmalarını istememekteydiler.
Bu nedenle Osmanlı’nın talep ettiği gümrük vergilerinde %4’lük artışı, artıştan
elde edilecek gelirin demiryolu inşasında kullanılacağını belirterek kabul
etmemişlerdir.[54]
Ortadoğu bölgesinde kendi hakimiyetlerini kabul edecek olan kişiler özellikle
seçilip, Osmanlı idaresine karşı ayaklanma çıkartarak, Osmanlı’ya karşı
bağımsızlıklarını kazanmaya çalışıyorlardı.
İlişkilerin kopmasını sağlayan ikinci olay ise İngiltere’nin almaya çok
yaklaştığı Irak petrolleri imtiyazının 31 Mart Vakası sonrasında İttihatçıların
iyice Alman kontrolüne girmesiyle İngiliz sermayedarlarına verilmemesi
konusuydu. Bir diğer olay ise Lynch Vakası’dır. Fırat ve Dicle nehirlerinde gemicilik yapan
Osmanlı Hamidiye ve İngiliz Lynch şirketlerinin İngiliz yönetim kurulu
başkanının idaresi altında ve yeni kurulacak bir şirket bünyesinde
birleştirilmesi için yapılan girşim sonuçsuz kalmıştır.[55]
Özellikle, İngiltere ile özellikle Irak, Kuveyt ve Basra Körfezi başta olmak
üzere Ortadoğu’da yaşanan sorunlar ile
ülkedeki Ermeni çetelere karşı açık bir destek vererek, Osmanlı’da
Ermeni sorununun yaşanmasına sebep olunması, ikili ilişkileri olumsuz yönde
etkilemiş ve İttihat ve Terakki’nin yöneticilerinin Alman hayranı olmasından
dolayı ülke Alman politikaları doğrultusunda hareket ederek İngiltere’yi
karşısına almıştır.
İngilizler, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da Osmanlı’yı koruyan politiklardan
uzaklaşarak onu parçalamayı amaçlamış ve I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle
birlikte uyguladıkları politikanın meyvelerini Ortadoğu’da Arapları savaş
boyunca kendi yanlarına çekerek toplamıştır. İngilizler Ortadoğu’nun
zenginliklerini ele geçirerek, kendi nüfuzlarını artırmışlardır. İngilizlerin
Araplar üzerindeki etkisini en iyi olarak Ortadoğu’da yaptığı faaliyetlerle
adından bahsettiren Lawrence anlatmaktadır:[56]
“... Savaşı
kazanmak için değil; ırak’ın pirinç tarlaları ve petrolü bizim olsun diye
binlerce Arap genci ölmüştür. Bunu elde etmek için düşmanlarımızı mağlup
etmemiz kafiydi. General Allenby’nin kabiliyeti sayesinde, dört yüzden az
İngiliz askerinin kaybıyla bu zafer sağlandı, çünkü insan kuvveti olarak
Türklerin idaresi altındaki Arapları bu işte kullanmaya muvaffak olmuştuk. Otuz
savaşın hiçbirinde İngiliz kanı dökülmemiş olmasından iftihar duyuyorum. Çünkü
İngiltere idaresindeki bütün illerin toplamı bile bir tek İngilizin hayatına
değmezdi.”
SONUÇ:
Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin temeli 18. Yüzyılın sonlarında Fransa’nın
İngilizlerin Hindistan sömürgelerine yönelik hamlesi neticesinde Mısır’ı
işgaliyle gelişmeye başlamıştır. O döneme kadar sadece ticari olan ilişkiler
hem siyasi hem de ticari bir nitelik kazanmıştır. İngiliz-Osmanlı
ilişkilerinde esas dönüm noktası olan olay, 1833 yılında Kavalalı Mehmet Ali
Paşa isyanını bastırmak amacıyla Osmanlı’nın Rusya ile Hünkar İskelesi
Antlaşması imzalaması olmuştur. Bu antlaşma ile boğazlara Ruslar demirleyecek
ve böylelikle uzun süredir devlet politikası olan sıcak denizlere inme
sağlanarak, Ortadoğu’daki zenginlikler ele geçirebilecekti.
İngilizler, Ortadoğu’daki zenginliklerin farkına varıp, bu bölgedeki
Osmanlı’nın Hindistan sömürgeleri için koruma rolünü üstleneceğinden olaya
müdahale etmiş ve Osmanlı’ın toprak bütünlüğünden yana tavır koymuştur. Bölgede
güçlü Rusya’nın olmasının yerine kendi hakimiyetinden çıkamayacak güçsüz bir
Osmanlı’nın varlığını sürdürmesini amaçlamaktaydılar. Bu dönemde sonra
Osmanlı’nın toprak bütünlüğü korumak İngiliz dış politikasının temel noktası
olmuştur. 1833-1878 yılında Osmanlı-İngiliz ilişkileri altın çağını yaşamıştır.
İngilizlerin isteği üzerine Osmanlılar ticaretten, siyasal hakka birçok
reformlar yapılmasını sağlamışlardır. Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı ile
Osmanlı toprakları içerisinde yaşayan gayrimüslim unsurların daha fazla hak
alması sağlanmış ve İngiliz tüccarlarına ayrıcalıklar verilerek Osmanlı
piyasası yabancı tüccarların istilasına uğramıştır. Böylelikle Osmanlı
ekonomisi zayıf durumdayken, iflas durumuna doğru hızlı bir geçiş yaşamıştır.
Osmanlı-İngiliz ilişkilerinde kırılma anı 1878 yılındaki Osmanlı-Rus
Savaşı ve sonrasında toplanan Berlin Konferansı’dır. İngilizler bu tarihten
sonra Osmanlıların reformlarla da güçlenip, Ruslar karşısısnda kendi
çıkarlarını koruyacak bir duvar görevi göremeyeceklerini anlamışlardır. 1880’li
yıllardan Liberal Parti lideri Gladstone’un seçimleriyle kazanmasıyla İngiliz
siyasetinde Türk düşmanlığı önemli rol kazanmıştır. İngilizler Osmanlı’nın
toprak bütünlüğünü korumaktan vazgeçerek, Rusların Osmanlı topraklarını ele
geçirmeden, kendilerinin ele geçirmesi gerektiğine inanmışlardır. Öncelikle
Kıbrıs ve Mısır alınmış, böylelikle Ortadoğu’daki faaliyetler tüm hızıyla
Osmanlı aleyhine yönelik olarak hız kazanmıştır. İngilizler, Mısır’ı ele
geçirdikten sonra Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumanın gerekliliğini
bırakmışlardır.
19.yüzyılın sonlarından itibaren Rusya ile yakınlaşarak Balkanlardaki
ayaklanmaları desteklemiştir. 20.yüzyıldan itibaren Arapları kışkırtarak,
bölgedeki zenginlikleri ele geçirme politikasını uygulamışlar ve bu politikada
da başarılı olmuşlardır.
KAYNAKÇA
·
AKÇURA,
Yusuf; Üç Tarz-ı Siyaset, Lotus Yayınevi,
Ankara, 2005
·
ARMAOĞLU,
Fahir; 19.Yüzyıl Siyasi Tarih(1789-1914),
Alkım Yayınları, İstanbul, 2006
·
AYDIN,
Mithat; Sir Henry G. Elliot’ın İstanbul
Büyükelçiliği(1867-1877) Dönemindeki Bazı Büyük
Siyasi Olaylara Bakışı, OTAM( Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi
araştırma ve uygulama Dergisi), sayı.18, Ankara, 2005
·
CAN,
Deniz; Tanzimat Dönemi Osmanlı-İngiliz
İlişkileri, Hacettep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans
Tezi, Ankara,1998
·
KARASU,
Cezmi, Tanzimat Dönemi Osmanlı
Diplomasisine Genel Bir Bakış, OTAM,
Sayı. 4, Ankara 1993
·
KOCAOĞLU,
Mehmet; Kavalalı Mehmet Ali Paşa
İsyanı(1831-1841). OTAM( Ankara Üniversistesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve
Uygulama Merkezi Dergisi), Ankara, 1995, sayı.6
·
KOCATÜRK,
Önder; Osmanlı-İngiliz İlişkilerinin
Dönüm Noktası(1911-1914), İlişkilerin Bozulması ve İlk Krizler, I.Cilt,
Boğaziçi Yayınları, İstanbul,2011
·
KUTLU, Sacit; İkinci Meşrutiyet Döneminin Düşünce Akımları, Osmanlı Bankası Arşiv
ve Araştırma Merkezi, 19 Ocak 2008
·
KÜRKÇÜOĞLU,
Ömer; Mondros'tan Musul'a Türk- İngiliz
İlişkileri, İmaj Yayıncılık, Ankara,2006
·
MERAM,
Ali Kemal; Belgelerle Türk-İngiliz
İlişkileri Tarihi, Kitaş Yayınları, Ankara,1969
·
ORTAYLI,
İlber; İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı,Alkım
Yayınevi, İstanbul, 2006
·
ÖZDEMİR,
Biltekin; Osmanlı Devleti Dış Borçları.
1854-1954 Döneminde Yüzyıl Süren Boyunduruk, Ankara Ticaret Odası
Yayınları, Ankara, 2009
·
SANDER,
Oral; Anka'nın Yükselişi ve Düşüşü.
Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme, SBF Basımevi, Ankara 1987
·
ŞAHİN,
Hasan; Şark Meselesi Çerçevesinde
Osmanlı-İngiliz İlişkilerine Genel Bir Bakış (Başlangıcından Paris Barışı’na
Kadar), Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi,
sayı.29, Erzurum, 2006
·
ŞAM,
Emine Altunay; Mısır’ın 1882’de
İngilizler Tarafından İşgali ve Osmanlı Devleti’nin Takip Ettiği Politika,
Doktora Tezi, Samsun, 2001
·
TUNCER,
Hüner; 19. Yüzyıl Osmanlı-Avrupa
İlişkileri(1814-1914), Ümit Yayıncılık, Ankara, 2000
·
UÇAROL, Rıfat; 1878 KIBRIS SORUNU VE OSMANLI-İNGİLİZ ANLAŞMASI (ADANIN İNGİLTEREYE
DEVRİ), Filiz Kitabevi, İstanbul, 1998
·
UÇAROL,
Rıfat; Siyasi Tarih(1789-2010), Der Yayınları,
İstanbul, 2010
[1] Deniz Can, Tanzimat Dönemi Osmanlı-İngiliz İlişkileri, Hacettep Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara,1998, s.16
[2] Ömer Kürkçüoğlu, Mondros'tan Musul'a Türk- İngiliz
İlişkileri, İmaj Yayıncılık, Ankara,2006,s.17
[3] Fahir Armaoğlu, 19.Yüzyıl Siyasi Tarih(1789-1914),
Alkım Yayınları, İstanbul, 2006, s.100
[6] Rıfat
Uçarol, 1878 KIBRIS SORUNU VE OSMANLI-İNGİLİZ ANLAŞMASI (ADANIN İNGİLTEREYE
DEVRİ), Filiz Kitabevi, İstanbul, 1998, s.31
[8] Doç.Dr. Mehmet Kocaoğlu, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı(1831-1841).
OTAM( Ankara Üniversistesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi
Dergisi), Ankara, 1995, sayı.6, s.196
[13] Oral Sander, Anka'nın Yükselişi ve Düşüşü. Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir
Deneme, SBF Basımevi, Ankara 1987, s. 119
[21] Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih(1789-2010), Der Yayınları, İstanbul, 2010, s.136
[28] Cezmi Karasu, Tanzimat Dönemi Osmanlı Diplomasisine Genel
Bir Bakış, OTAM, Sayı. 4,
Ankara 1993, s.207
[31] Dr. Hasan Şahin, Şark Meselesi Çerçevesinde Osmanlı-İngiliz
İlişkilerine Genel Bir Bakış (Başlangıcından Paris Barışı’na Kadar),
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı.29,
Erzurum, 2006, s.232
[32] Dr. Hasan Şahin, Şark Meselesi Çerçevesinde… … … s.234
[33] Dr. Hasan Şahin, Şark Meselesi Çerçevesinde… … … s.235
[35]
Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Lotus Yayınevi,
Ankara, 2005, s.16
[36] Sacit
Kutlu, İkinci Meşrutiyet Döneminin
Düşünce Akımları, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, 19 Ocak 2008,
s.3
[38] Mithat Aydın, Sir Henry G. Elliot’ın İstanbul Büyükelçiliği(1867-1877) Dönemindeki
Bazı Büyük Siyasi Olaylara Bakışı,
OTAM( Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi araştırma ve uygulama Dergisi),
sayı.18, Ankara, 2005, s.24-25
[42] Ali Kemal Meram, Belgelerle Türk-İngiliz İlişkileri Tarihi,
Kitaş Yayınları, Ankara,1969, s.149
[44] Doç. Dr. Hüner Tuncer, 19. Yüzyıl Osmanlı-Avrupa
İlişkileri(1814-1914), Ümit Yayıncılık, Ankara, 2000, s.100
[45] Biltekin Özdemir, Osmanlı Devleti Dış Borçları. 1854-1954
Döneminde Yüzyıl Süren Boyunduruk, Ankara Ticaret Odası Yayınları, Ankara,
2009, s.75-76
[47] Emine Altunay Şam, Mısır’ın 1882’de İngilizler Tarafından
İşgali ve Osmanlı Devleti’nin Takip Ettiği Politika, Doktora Tezi, Samsun,
2001, s.233-234
[51] Önder Kocatürk, Osmanlı-İngiliz İlişkilerinin Dönüm
Noktası(1911-1914), İlişkilerin Bozulması ve İlk Krizler, I.Cilt, Boğaziçi
Yayınları, İstanbul, 2011,s.28
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder