TÜRK
– AMERİKAN İLİŞKİLERİ 1960 – 1980
GENEL
BAKIŞ
GİRİŞ :
2. Dünya Savaşı sonrası dönemde başlayan
Türk – Amerikan ilişkileri çok samimiydi.1945 – 1960 dönemi arası Türk dış politikası tamamen Amerikan
güdümündeydi. Türk dış politikasının tek dayanak noktası Amerika Birleşik
Devletleri’ydi.
1960 yılından itibaren Türk – Amerikan
ilişkilerinde değişimler oluşmaya başlamıştır.1960 – 1980 dönemi arası Türk – Amerikan ilişkilerinin
inişler , çıkışlar , sarsıntılar ve krizler dönemidir.Bu başlangıç ,1964 Kıbrıs
Bunalımı’ndan sonra gelen Johnson Mektubu’yla başlamıştır. Bu mektup Türk – Amerikan ilişkilerinin seyrini
değiştirmiştir. Türkiye’de Amerikan karşıtlığının başlamasına neden olmuş ,
Amerika’nın Türkiye’ deki imajını zedelemiştir.Ülkedeki
Amerikan üsleri ve Amerikalıların ayrıcalıkları tartışılmaya başlanmıştır.Bu
olaylar zinciri makalede kronolojik olarak anlatılmaktadır.Makalenin ilk kısmı
1960 – 1964 dönemi ilişkilerini detaylıca anlatmaktadır. Makalenin ikinci
kısmında Amerikan karşıtlığının artması
ve bunun sonucu olarak protestolar dönemi anlatılmaktadır. Makalenin üçüncü
kısmında Türkiye’nin 1970 li yıllardaki Amerika’ya karşı tutumu olaylarla belirtiliyor. Bu
kısımda Türkiye’nin Haşhaş Sorunu ve Kıbrıs Barış Harekatı’ndan dolayı Amerika’dan silah
ambargosuna maruz kalması anlatılıyor.
Son
bölümde bu olayların genel bir değerlendirmesi yapılarak , Türk – Amerikan
ilişkileri sorgulanıyor…
1.
1960
– 1964 DÖNEMİ KÜBA KRİZİ VE KIBRIS
BUNALIMIYLA GELEN JOHNSON MEKTUBU
1960 yılların başında Amerika’nın Batı ittifakı
içinde oynadığı merkezi ve önder rol
zayıflamaya başlamıştır.1947 Truman Doktrininden beri uygulamaya
çalışılan Çevreleme Politika’sı , Ortadoğu Bunalımlarıyla ilk darbeyi
yemiştir.Amerika’nın ittifaklarını kesin bir kalıba sokmasını güçleştirmiştir.U-2 gibi olaylar ,Amerikan
üslerine çeşitli ayrıcalıklar vermenin ne kadar tehlikeli olduğu
göstermiştir.Böylece Amerika’ya gösterilen kolaylıklar azaltılmıştır.Türk –
Amerikan ilişkilerini , bu olaylar ancak Kıbrıs Bunalımı’na kadar somut bir
şekilde etkilemeyecekti.
27
Mayıs 1960 yılında Menderes Hükümeti’nin devrilmesi , Amerika’nın çıkarına bir
darbe olarak görülebilir ancak kısa vadeli bir açıdan bakıldığında , Türk iç
politikalarının Amerika açısından iyiye gitmediğini, Amerika ifade etmiş ve
gelecek bir hükümetin Amerika güdümünde olacağından endişe duymamıştır.1959
yılında ABD Uluslar arası Güvenlik İşleri danışmanlarından Oramiral
E.B.Grantham Amerika Kongresi’nde yaptığı konuşmada ; Türk Ordusu’nun
Komünizmle mücadelede son derece güvenilir olduğunu , muhalefet partisinin de
kuvvetli bir Komünizm karşıtı olduğunu,hem Demokrat Parti’nin hem de CHP’nin
dış politikada aynı çizgide olduğunu belirtmiştir.[1]
Türkiye’de bir yönetim değişikliği
olduğunda , Amerikan Hükümeti’nin , Türk – Amerikan ilişkilerinin aynı şekilde
süreceğine dair güvencesi vardı.İşte bu nedenden dolayı Amerikan Hükümeti’nin herhangi bir müdahale
yapmasına gerek yoktu.Fakat 27 Mayıs Hareketi’nin Amerika tarafından süprizle
karşılanmadığı açıktır.27 Mayıs Darbesiyle yönetime gelen Milli Birlik Komitesi
, Silahlı Kuvvetler Bildirisi’nde NATO’ya ve CENTO’ya olan bağlılıklarını belirtirken , dış
politikada da Amerikan güdümünde olacaklarını belirtmiştir.[2]
New York Times , 28 Mayıs 1960 yılındaki
baş yazısında, Türkiye’deki yeni rejim hakkında şunları yazmıştır :
’Kuvvetli Komünizm karşıtı tutumu
sürdürecek olan yeni yönetim , NATO ve
CENTO’ya bağlı olduğunu ilan
etmiştir.Ayrıca , diktatörlük kurma hevesinde
olmadıklarını
ve en kısa zamanda özgür seçimlerin yapılacağını belirtmişlerdir…Eğer böyle
olursa hür dünyanın bir parçası olarak Türkiye , içinde bulunduğu karışık
durumdan kurtulma ve parlak bir geleceğe doğru gelişme şansına sahiptir.’’[3]
Türkiye Cumhuriyeti Dış
İşleri Bakanı Selim Sarper de , Amerika’yla daha önce imzalanan, bütün uluslar
arası anlaşmalara bağlı kalınacağını söylemiştir.Amerika 30 Mayıs 1960
tarihinde yayınladığı bir bildiri ile yeni hükümeti tanıyan ilk devlet olmuştur.1960
devrimi , Türk dış politikasındaki sürekliliği bozmamış ,hatta Sovyetler lideri Khrushchev’in Türkiye’nin
tarafsız olduğunda askeri harcamalarını azaltacağını ve bunun sonucunda da yaşadığı
ekonomik sıkıntının giderilebileceği önerisini bile Türk yetkilileri
reddetmiştir. Türkiye , NATO ve CENTO gibi ittifaklardan doğan uluslar
arası yükümlülüklerini sadık kalacağını
belirtmiştir.
O dönemde Türkiye ekonomisi çok zor
durumdaydı.Hükümet , ekonomiyi düzeltebilmek için gözünü Amerikan yardımlarına
dikmişti.Cemal Gürsel yaptığı konuşmada Amerikan yardımlarının gelmesi
gerektiğine dikkat çekiyordu.’’Fakat şu
unutulmamalıdır ki , çok fazla olan borçları öderken , NATO Camiası için
hayati önemi olan Türk İktisadi
ve Askeri kalkınma işi de sekteye uğrayacaktır.Amerikan yardımının arttırılması
keyfiyetine gelince , Amerika bizi anladığı takdirde bu yardımı arttırabilir ve
arttırmalıdır.”[4]
Devrimden sonra Türkiye , Amerika ile
kredi pazarlığına başlamıştır.Türkiye istediği miktarın altında bir parayı
kredi olarak Amerika’dan almıştır.26 Ağustos 1962 tarihinde Amerika
Başkan Yardımcısı L.B.Johnson Ortadoğu gezisi kapsamında Ankara’yı da ziyaret etmiştir.Türk
yöneticileri kredilerin artması için Johnson’a talepte bulunmuş , Johnson da
Türkiye’nin uzun vadeli ekonomik planlarına destek olacağını belirtmiştir.[5] Tüm bu
uğraşlar sonucunda Amerikan yardımları artmaya başlamıştır.1961 yılında 126
milyon dolar , 1962’de 188 milyon dolar , 1963’te 237 milyon dolara
yükselmiştir. Türkiye’ye yönelik Amerikan yardımı 1964 yılında kesilmeye
başlamıştır.1964 yılında yardım 148 milyon dolara düşmüştür.
27 Mayıs Devriminin Türk – Amerikan
ilişkilerine etkisi adına şunu söyleyebiliriz : 27 Mayıs’ta iktidarı ele
geçiren askerler, Türk – Amerikan ilişkilerini zedeleyecek hiçbir faaliyette
bulunmamışlardır.
1.1.KÜBA BUNALIMI VE TÜRKİYE
Küba Bunalımı Türk - Amerikan ilişkileri
açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Küba Bunalımı sırasında Türkiye’nin
bir nükleer yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması , bunun sonucu
olarak Jüpiter füzelerinin
sökülüşü ve Kıbrıs Bunalımı , Türk Amerikan ittifakının
Türkiye’nin çıkarlarına uydurulması
gereğini ortaya çıkarmıştır.
1962 yılında Küba’ya Sovyet
füzelerinin kurulmasına başlanması
ve buradaki Sovyet füzelerinin Amerika tarafından
keşfedilmesi ve Amerika’nın Küba’yı
ablukasıyla Küba Krizi oluşmuştur. Amerika Başkanı
John F. Kennedy ve Sovyet
lideri Khrushchev arasında bir dizi yazışma olmuştur. Khrushchev gönderdiği mektupta , Amerika’nın Türkiye’deki
füzeleri söktüğü takdirde
Sovyetlerin de Küba’daki füzeleri
sökeceğini belirtmiştir.Sovyetler Birliği’nin
, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne
saygı göstereceğini belirterek , ülkeyi işgal etmeyeceğini
belirtmiştir. Kennedy ise Küba’daki
füzeler kaldırıldığında , Amerika’nın
Küba’yı uyguladığı ablukayı
kaldıracağını ama Türkiye’deki
füzelerle ilgili kesin bir
teminat veremeyeceğini
vurgulamıştır.[6]
Sovyetler Birliği lideri, Ekim 1962
tarihinde Küba’daki füzeleri
kaldıracağını söylemesi üzerine dünya nükleer savaştan kurtulmuş
oluyordu.Türkiye’deki Jüpiter füzeleri
1963 yılında sökülmüştür. Bu sökülme
aşamasında , Türkiye bu
füzelerin müttefik dayanışmasının göstergesi
haline geldiğinden sökülmesini istemiyordu. Amerika , Türkiye’yi
aradan çıkararak Sovyetler’le
üstü kapalı görüşmelerinde , füzeleri kaldırmaya karar verdi.Amerika , bu
sayede demode olan
Jüpiter füzelerinin
sökülmesiyle silahlı kuvvetlerinde
bir modernleşmeye gitmiştir. Türkiye’nin
füzelerin kabul etmesine gelecek
olursak ; Amerikan Yardım
Kurulu Başkanı Orgeneral
Wood şöyle diyordu:
“Türklere bir savaş durumunda açık
bir hedef oluşturan Jüpiterlerin yerine daha iyi bir ateş gücüne sahip Polarisler’in konması
gerektiğini söyledik. Ayrıca, Jüpiterler eskidikçe bunların bakım
masraflarının da artacağını, Polarisler’in ise Türkiye açısından hiçbir masrafı
gerektirmeyeceğini söyledik.Bunu derhal kabul ettiler.Bundan başka, eski
modellerin yerine geçmek üzerine kendilerine modern F-104 uçaklarından vermeyi
planladığımızı da belirttik. Tepkileri ortadan kaldırmak için yaptığımız
pazarlıkta işte bu noktalar vardır.”[7]
Amerika , Türkiye’deki füzelerin
sökülmesiyle ilgili endişeleri
gidermek amacıyla 14 Nisan
1963 tarihinde , USS Houston
Polaris Denizaltısı’nı Türkiye’ye göndermiştir.[8]
Jüpiterler’in sökülmesinin
askeri olmaktan çok siyasal
avantajı vardır.Bu olayı
Türk - Sovyet ilişkilerinde
bir yumuşama ve ilerde
Amerikan etkisini dengeleme
olanağını yaratmıştır.
1. 2.JOHNSON MEKTUBU
Rum
lideri ve Kıbrıs
Cumhurbaşkanı Makarios , 1960
tarihli Kıbrıs Cumhuriyeti
Anayasasında Türk toplumunun
lehine olan hükümleri
ortadan kaldırmaya yönelik
girişimlerini kabul ettirmek için
22 – 26 Kasım 1962 tarihleri
arasında Ankara’yı ziyaret etmiştir.[9] Türk
Hükümeti bu istekleri kesin
bir dille reddederek Makarios’u
uyarmıştır. 1963 yılı itibariyle
Makarios Hükümeti’nin ve
Rumların Türk toplumuna
karşı tutumları sertleşmişti.Türklere yönelik
katliamlar başlamış , Rumların
uzlaşmaz tavrı üzerine 25 Aralık 1963
yılında Türk jetleri
Lefkoşa üzerinde uyarı
uçuşları yapmıştır.
Türkiye , Kıbrıs bunalımına
Amerika’yı da karıştırmak
istemiştir. Cemal Gürsel , Amerika’ya
mesaj göndererek bu katliamın
durdurulmasını istemiştir.
Johnson ise cevabı
niteliğindeki mesajında Türkiye’ye
katliamın durdurulması konusunda
sözde destek vererek Kıbrıs’taki
durumun kötülüğünü hafife
alıyordu.[10]
Türkiye , 1963 Bunalımında ittifaka
çok katkı vermesi ve stratejik
durumu nedeniyle kendisini ,
Amerika için Yunanistan’dan daha
değerli olduğunu düşünüyordu.
Seçim dönemine giren Başkan
Johnson için üç milyonluk
Yunan azınlığının oyları
önemliydi. Türkiye ‘de 1961 Anayasası
ile ortaya çıkan yeni
duruma güvenmeyerek Amerika , Kıbrıs politikasını
Türkiye merkezli yapmak
istememiştir. [11]
Amerika
, Kıbrıs sorununda pasif
bir politika izleyerek
Rumların cesaretlenmesine neden olmuş ve Türklere yönelik katliamlar
giderek artmıştır.1959
Garanti Antlaşması’nı imzalayan
Türkiye , Yunanistan ile
beraber üçüncü ülke olan
İngiltere, tüm yükü ABD’nin
üstüne bıraktı. Amerika’da sonunda
sorunu BM’ye yükledi.BM
Güvenlik Konseyi’nin 4
Mart 1964 tarihli
kararıyla Kıbrıs’ta görev
yapmak üzere Barış
Gücü kurulmasına karar verildi.[12]
Barış Gücü kuvvetlerinin toplanması
uzayınca Rumlar , Türk katliamınına devam ettiler.Türkiye duruma el koymak için 25 Aralık 1963, 15 Şubat 1964,
23 Mart 1964 ve 5 Haziran 1964 tarihlerinde Kıbrıs’a asker göndermeyi düşünmüş
ve çeşitli sebeplerden ötürü vazgeçmiştir.Türkiye 13 Mart 1964 tarihinde
Makarios’a gönderdiği notada, ateş kesilmediği takdirde Türkiye’nin tek taraflı olarak Kıbrıs’a
gireceğini belirtmişti.Aynı zamanda Amerikan ve İngiliz büyükelçiliklerine de
katliamının durdurulmadığı takdirde, İskenderun’da bulunan Türk birliklerinin
Kıbrıs’ı işgal edeceği bildirildi.[13]
Türkiye
önce harekatı yapmayıp, müttefiklerini iyice bu işin içine çekmeye
çalışıyordu.Amerika, harekat fikrine sıcak bakmayıp, hem Yunanistan’a hem de
Türkiye’ye uyarıda bulunarak, Türkiye ile Yunanistan arasında çatışma çıkarsa,
her ikisine de yapılacak yardımın kesileceğini belirtmiştir.[14]
Haziran ayına girildiğinde Kıbrıs’taki
Türklerin durumu daha da kötüleşmişti.Başbakan İsmet İnönü,yapılan haksızlığa
daha fazla dayanamayarak ordunun Kıbrıs’a çıkarma yapması için Genelkurmay
Başkanlığı’nın nabzını yokluyordu.[15] Türkiye
, çıkarma yapacak araçlara ve işgalden sonra bu güce lojistik destek sağlama
olanaklarına sahip değildi.İsmet Paşa bunun üzerine yapmayacağı çıkarmayı
yapacakmış gibi göstererek, 5 Haziran 1964 tarihinde ABD Büyükelçisi Raymond
Hare’i çağırarak çıkarma yapılacağını bildiriyordu.Amerikan Büyükelçisi Hare,24
saat süre isteyerek bunu Başkan Lyndon Johnson’a ileteceğini ve Johnson’dan
mektup gelene kadar herhangi bir harekatta bulunmamalarını rica etmişti.[16] Türkiye
, Amerika’nın kendinden yana tavır takınacağını umarak, ABD’den gelecek cevabı
beklemeye başlamıştı.Amerika, İnönü’nün harekatta bulunacağını öğrenince, hemen
bu operasyonun önlenmesi gerektiğine inanıyordu.Onlara göre, iki NATO üyesi
çarpışacak ve Sovyetler’in de sıcak denizlere inişi kolaylaşacaktı.İşte bu
yüzden operasyona karşıydılar.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı George
Ball , Türkiye’nin operasyon kararını şu şekilde değerlendiriyordu:
[17]
“Ankara’daki büyükelçimiz
Raymond Hare’den kritik bir mesaj
aldık.Türk Güvenlik Konseyi , Kıbrıs’ı işgal kararı almıştı.Türk birlikleri,
İskenderun yakınlarında mevzilenmişti bile… Amaçları Kıbrıs’ta askeri ve siyasi
bir köprü başı tutmaktı.Türkler, bir güç gösterisi yaparak soruna tatmin edici
bir çözümü tartışmaya açmaya çalışıyorlardı…”
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü,5 Haziran 1964 tarihinde bir
mektup almıştı. Başbakan bu mektubu okuduğunda şok etkisi yaşamıştır.Johnson
mektubunda şu hususları dile getiriyordu:[18]
Türkiye’nin uluslar arası politikalardaki önemli durumlarında Amerika’ya
danışması gerektiğini, Türkiye’nin Ada’ya çıkarma yapması halinde bunun meşru
sayılmayacağını ve harekat sırasında daha önce 1947 yılında iki hükümet
tarafından imzalanan anlaşma vasıtasıyla verilen Amerikan silahlarının
kullanılmayacağını belirtiyordu.Bunun sebebi olarak Amerikan silahlarının
sadece Komünizm ile mücadelede kullanılması gerektiğini ifade ediyordu.Ayrıca
Türkiye’nin harekat yapması durumunda, Sovyetler’in Türkiye’ye saldırması
sırasında NATO müttefiklerinin Türkiye’ye yardımda bulunmayacağını
bildiriyordu.Bu mektubun çok ağır ifadeler içermesi ABD Dış İşleri Bakan
Yardımcısı Ball’u da şaşırtmıştı.Şaşkınlığını şu ifadeleriyle belirtiyordu:[19]
“Fransız Başbakanı De Gaulie ile Paris’te
görüşmek üzere yola çıkacaktım. Havaalanına gitmeden önce ABD Dış İşleri Bakanı
Dean Rusk bana taslağı gösterdi.Hayatımda hiç bu kadar gaddar mesaj görmedim
dedim.Gerçekten de Bakan Rusk, yardımcılarıyla birlikte diplomatik bir atom
bombası üretmişti. Bu mektup , İnönü’nün Kıbrıs’ı işgaline engel olabilir, ama
sonra onu nasıl yatıştırırız orasını bilemem dedim.Bakan bana bakıp tatlı tatlı
gülümsedi, işte o, senin sorunun olacak dedi…”
İsmet İnönü,bu mektuptaki detayları konuşmak için Johnson’ın daveti
üzerine 22 Haziran 1964 tarihinde Washington’a gitti.ABD, Kıbrıs’ın kurucu
antlaşmalarının devam ettiğini belirterek sorunun görüşmeler yoluyla
çözülmesine gidilmesine karar verildi.İnönü, ABD’nin Türkiye’nin yanında tutum
almasını sağlayamadan geri dönmüştür.
Bu mektup, Kıbrıs’a müdahaleyi durdurdu fakat ABD’nin Türkiye üzerindeki
imajını sarsmıştır.Türk- Amerikan ilişkileri büyük bir yara almış ve Türkiye,
ABD’nin kendi çıkarı için Türkiye’yi yalnız bırakabileceğini anlamıştı.
Johnson Mektubu sonrasında, Türkiye’deki sol hareketler güçlenerek
Amerika aleyhtarlığı artmaya başlamıştır.Türkiye , NATO’ya da güvenci azalarak
,NATO içerisinde kurulan yeni
yapılanmalara karşı temkinli olmuştur.Türkiye,ABD’ye sımsıkı bağlılığın
zararlarını görerek, askeri açıdan kendi silahlarını üretmeye başlamıştır.Bu da
Türkiye’nin on sene sonra yapacağı harekat için önemliydi.[20] İsmet
Paşa, bu olay üzerine Sovyet kartını kullanmayı planlamış ve şu ünlü sözünü
söylemişti: [21]
“Yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de
oradakini yerini alır.” Bunun üzerine Dış İşleri Bakanı Feridun Cemal Erkin , Sovyetler Birliği’ne
gitmiş ve Sovyetler Birliği de Kıbrıs’ta iki ayrı cemaatin olduğunu kabul
etmişti.Türkiye bu şekilde Sovyet bloku ve üçüncü dünya ülkeleriyle yakınlaşma
politikasına başlatmıştır.İsmet İnönü’nün gözünü Sovyetler’e çevirmesi, ABD
tarafından hiç hoş karşılanmamıştı.
Kıbrıs Bunalımı ve Johnson Mektubu basınımızda geniş yer bulmuştur.6
Haziran 1964 tarihindeki Milliyet Gazetesi manşetten “Çıkarma Geri Kaldı’ ifadesini kullandı. Sürmanşetinde ise ‘Johnson, dün İnönü’ye özel mesaj göndererek
iştişare ricasında bulundu” [22]Kıbrıs
Bunalımı sırasındaki Johnson mektubunu Türkiye, 13 Ocak 1966 tarihindeki
Hürriyet Gazetesi’nden öğrenmiştir.Türkiye’nin, ABD’den beklediğini bulamayarak
yönünü Moskova’ya çevirdiği günlerde , Milliyet Gazetesi’nin manşeti ilgi
çekiciydi.[23]
“SOVYETLERLE İKTİSADİ İŞBİRLİĞİ
HIZLANACAK.” Sovyet – Türk yakınlaşmasıyla ilgili Abdi İpekçi şunları
yazmıştı.[24]
“Türk milletinin Sovyetlerle yakınlaşmayı
benimsemesinde Moskova’nın Kıbrıs politikası çok önemli bir rol oynayacaktır.
Türkiye bu davada Ruslardan anlayış ve destek görürse dostluğun gerçekleşmesi
çok kolaylaşacaktır.”
2.1965-1970 DÖNEMi
ARASI AMERİKAN KARŞITLIĞININ ARTMASI
Türkiye, Johnson Mektubu’ndan sonra
anladı ki; Türkiye Amerika’ya körü körüne bağlanamazdı. Türkiye, güvenliğini NATO’ya teslim etmişken, NATO’nun herhangi
bir Sovyet saldırısında yardım etmeyeceğini bildirmesi üzerine, artık kendi
güvenliğini sağlamak durumundaydı.Türkiye, Ocak 1965 tarihinde ABD’nin nükleer
silahların kontrolü konusunda Avrupalı müttefiklerinin kaygısını ortadan
kaldırmak için ürettiği Çok Taraflı Nükleer Güç projesine katılmadı.Türkiye bu
tavırla, Amerika’nın her isteğine hiç düşünmeden olumlu yanıt verdiği devri
geride bıraktığını, Türk kamuoyuna gösteriyordu.[25] Aralık
1965 tarihinde İncirlik üssünden kalkan Amerikan istihbarat uçağının,
Karadeniz’de düşmesinden sonra Sovyetler hem Türkiye’yi hem de Amerika’yı
suçlamıştır.Türkiye’de sol hareketler kuvvetlenince Türkiye İşçi Partisi, ülkedeki
Amerikan üslerinin NATO dışı amaçlarla kullanıldığını dile getiriyordu.[26] 1965
yılında göreve gelen Demirel liderliğindeki Adalet Partisi Hükümeti; tüm U-2
casus uçuşlarını durdurulmasını istemiştir. [27]1965-
1975 arası casus uçuşları bir daha gerçekleşmemiştir.1965 yılının ikinci
yarısından itibaren Türk yöneticiler, verilen askeri üslerin Amerikalılar
tarafından kullanımı konusunda daha dikkatli davranmaya başlamışlardır.
O dönemde Türkiye’de Amerikan karşıtlığı
hız kazanırken, Amerika’nın her yaptığı kamuoyu tarafından dikkatle takip
edilmiştir.Kamuoyundaki Türk hükümetlerinin ABD’nin kuklası olduğunda dair
eleştiriler,hükümeti fazlasıyla rahatsız ediyordu.İşte bu yüzden hükümet, daha fazla düşünerek hareket etmeye
çalışmıştır.
1960’larda, Türk vatandaşlarına ve Türk
devletine karşı suç işlemiş Amerikan personelinin cezalandırılma şekilleri
tepki çekmişti. 31 Temmuz 1956 tarihli Adalet Bakanlığı talimatında “Üst düzey Amerikan kumandanı suç işlediği
sırada suçlunun görev sırasında olduğunu bildirmesi durumunda, Türk merciler
suçlunun mahkeme edilmesini Amerikalılara bırakacaktı.”[28]
Bu durum 1960’lı yıllarda köşe yazarları ve poltikacılar tarafından
eleştirilmiştir.
Cumhuriyetçi
Köylü Millet Partisi milletvekili Rıfat Baykal şikayetini şöyle
dile getiriyordu:[29] “Türkiye’de bulunan yardım personelinin
masrafları, devletimiz tarafından ödenir….Bu personele tanınan kazai ve
iktisadi imtiyazlara ise öteden beri şikayetçi olduğumuz bir husustur.Ve
memleketimizi bir sömürge durumuna sokmaktadır…”
Türk Hükümeti kamuoyu baskısına
dayanamayarak, Amerika ile bu ikili antlaşmların yeniden düzenlen1mesi için
Amerikan yetkililere çağrıda bulunmuştur.Sonuçta 3 Temmuz 1969 yılında Türk –
Amerikan Savunma İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır.[30] Bu
anlaşmanın tek farkı; Türk Genelkurmay Başkanlığı’nda aksine delil bulunduğu
takdirde , Amerikalılarca verilen görev belgesini reddetme hakkı
tanılıyordu.Amerikan makamları , Türk yetkililerini haklı görürse Amerikalı
askerlerin davası Türk mahkemelerinde görülecekti. Fakat Amerikalılar sanığın
görevli olduğunu iddia ederlerse, sorun politik mesele halini alacak ve iki ay
içinde sorunun bitirilmesi gerekliydi. Bu zaman zarfında sorun çözülmezse,
Amerika, sanığı kendi kanunlarına göre mahkeme edilecekti.[31]
Türkiye’de ABD karşıtlığının yoğunlaştığı yıl 1968 yılıydı.1968 yılının
yazında gelen ABD 6. Filo’su Askerler’i, öğrencilerin eylemleriyle karşı
karşıya gelmiştir.Bu o zamana kadar ki en büyük tepkilerden biriydi.
1968
yılında Başkan Johnson’ın CIA konularındaki danışmanı Robert Komer’ın Ankara
Büyükelçiliği’ne atanması büyük tepki çekmiş ve 1969 yılında ODTÜ ziyaretinde
arabası öğrenciler tarafından yakılmıştı.Bu ABD’ye karşı öfkenin boyutunu
gösteriyordu.Daha sonra 1971 yılında 4 Amerikan Askeri kaçırılarak 400 bin
dolar fidye istenmişti.[32]
1946
yılında Missouri zırhlısıyla gelen Amerikalılar büyük coşkuyla karşılanırken,
1960’lı yılların ortasından itibaren ‘Yankee
Go Home!’ sloganlarıyla karşılanmaya başlanmışlardır.
3.1971-1980
DÖNEMİ ARASI HAŞHAŞ SORUNU VE KIBRIS BARIŞ HAREKATLARIYLA GELEN SİLAH AMBARGOSU
3.1. HAŞHAŞ SORUNU
Uyuşturucu alışkanlığı, 1960’lı yıllardan başlayarak, 1970’li yılların
başlarında Amerikan toplumu arasında çok ciddi sorun olmuştu.1960’lı yılların
ortasında Başkan Lyndon Johnson ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde haşhaş
konusunu gündeme getirmişti. Bu şekilde, uyuşturucu alışkanlığı problemini
haşhaş üreten ülkelerin,üretimi kontrol altına almamalarına bağlıyordu. Türkiye
bu haşhaş konusunu ciddiye almamış ve bu istekleri reddetmiştir.[33]
1965
yılında iktidara gelen Süleyman Demirel Hükümeti, bu konuda Amerikalılarla
işbirliğine gitmeye karar vermişti. TBMM, Narkotik Maddeler hakkındaki Tek
Sözleşmesi’ni 1966 tarihinde imzaladı ve 22 Haziran 1967 tarihinde Türkiye
resmen bu anlaşmaya dâhil oldu.
1960’lı yılların sonlarında Amerika için uyuşturucu giderek artan bir
sorun olmuştu.ABD yetkilileri, uyuşturucunun artmasının gerçek nedeni olarak,
yasadışı giren yabancı haşhaşını görüyorlardı.Uyuşturucu alışkanlığının gerçek
sebebi kendileri değil, haşhaşın üretildiği ülkelerdi.Üretici ülkeler arasında
adı en fazla geçen ülke ise Türkiye’ydi.[34]
Narkotik ve Tehlikeli İlaçlar Bürosu, ABD’de yasadışı olarak tüketilen eroinin
yüzde sekseninin Türk haşhaşından elde edildiğine inanıyor ve bunu da kamuoyuna
açıklıyordu.[35] Amerikalı yetkililere
göre; Türkiye Tek Sözleşme’yi imzalamış ve böylece haşhaşın yasadışı üretimi ve
satışını ortadan kaldırma konusunda sorumluluk altına girmişti. Türkiye bunu
yapmadığına göre; haşhaş üretimini tamamen yasaklamalıydı.[36] ABD,
Türkiye’deki haşhaş üretimini bitirmek amacıyla, 1969’deki haşhaş ürününü satın
almak için girişimlerde bulunmuştu.ABD Ankara Büyükelçisi William J. Handley,
Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’e tüm haşhaş ürününü satın almayı
teklif etmişti. Cevap Süleyman Demirel’den gelmişti: [37]“Afyon yüzyıllardır Türkiye’de
üretilmekteydi, hatta onun adını taşıyan bir şehir bulunmaktaydı. Türkiye’nin
haşhaş ekimini yasaklaması mümkün değildi, ancak sınırlandırılabilirdi.”
ABD Adalet Bakanı John
Mitchell, haşhaş yasağının getirilmediği takdirde ABD’nin Türkiye’ye yönelik
ekonomik tedbirleri uygulaması gerektiğini vurgulaması, Türkiye tarafından
tepkiyle karşılanmıştır.[38]
İşte bu beyanat gösteriyordu ki; Amerika yalnızca kendi çıkarını
düşünüyordu.Bazılarına göre bu durum 12 Mart 1971 muhtırasının
nedenlerindendir.Bu muhtırayla Demirel Hükümeti , görevinden ayrılmıştı.
[39]
Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil bu konuyla ilgili şunları
söylemişti: [40]
“Amerika Birleşik Devletleri,
haşhaş, Amerikan U-2 uçaklarının uçuşu ve Türkiye’deki Amerikan üslerinin
kullanımı gibi konularda Demirel Hükümeti’nden hoşnut değildi.Hükümet iç
politikayla ilgili nedenlerden dolayı zayıflamış, yakın bir tarihte devrilmesi
bekleniyordu. Durumu çok iyi değerlendiren Amerika, Demirel Hükümeti’nin düşüş
sürecini hızlandırdı. Hükümet düştüğünde Türkiye’nin NATO karşıtı gözüken
davranışları sona erdi, solcular ve NATO’ya muhalefet ezildi ve haşhaş üretimi
yasaklandı, böylece Amerikalılar yeni gelişmelerden memnuniyet duydular.”
Demirel Hükümeti, uluslar arası alanda haşhaş ve diğer tehlikeli ilaçlar
konusundaki bütün antlaşmaları imzalayarak, uyuşturucuyla mücadelede kurulan
tüm örgütlere Türkiye’yi üye etmişlerdi. Amerika tüm bu iş birliğine rağmen
Demirel’den, haşhaşın tamamen yasaklanmasını istiyordu , Demirel ise buna karşı çıkıyordu. Bunun nedenlerinden
ilki; Afyon ili ve çevresinde yaşayanların tek ekonomik kaynağı olarak afyon
üretiminin olmasıdır.İkinci olarak; Demirel Hükümeti’nin kendisine akan bu
oyları kaybetmek istemeyişidir.
12 Mart 1971 tarihinde silahlı kuvvetlerin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve
Meclis’e verdiği muhtırayla Demirel Hükümeti istifa etti.[41] Demirel
istifa mektubunda; “Muhtıra ile anayasa
ve hukuk devleti anlayışını bağdaştırmak mümkün değil…” diyerek tepkisini
ortaya koymuştu.[42]
Bu istifadan sonra partiler üstü Nihat Erim Hükümeti kuruldu. Erim Hükümeti
göreve başladıktan sonra Amerikan heyeti, haşhaş ekiminin yasaklanmasını
sağlamak amacıyla çok yoğun faaliyet gösterdi. Sonuçta Türk Hükümeti, 30
Haziran 1971’de yayınladığı kararnameyle, Türkiye sınırlarındaki haşhaş
ekiminin 1972 sonbaharından itibaren tamamen yasaklandığını ilan etti.[43] ABD
Başkanı Nixon bu karardan memnuniyetini şu şekilde açıklıyordu:[44]
“Bugün
Erim NATO içinde dostumuz ve sadık müttefikimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin
dünyanın
refahına
önemli bir katkıda bulunmak için geleneksel bir tarım uygulamasından
vazgeçtiğini açıklamıştır. Türk ekonomisi içinde tarım sektörünün önemini
bilmekteyiz ve Türkiye’nin, Türk çiftçisi için en iyi bir yaşam sağlama
programına yardım etmek için en iyi teknik beyinlerimizi Türk hükümetinin
emrine vermeye hazırız. Hepimize faydası olacak bir programa yardım edecek
olmaktan dolayı guru duymaktayız…”
Erim Hükümeti, haşhaşı yasaklayarak Amerika ile ilişkileri geliştirmek
istemektedir. Hükümetin arkasında olan askerler, ABD ile ilişkilerin kötüye
gitmesini istemiyordu. Çünkü ABD’nin, ekonomik ve askeri yardımına ihtiyaç
duymaktaydılar. Haşhaş ekiminin yasaklanması aslında Amerika’daki uyuşturucu
pazarını düşürecek bir durum değildi. Amerika’daki eroinin yüzde on beşi
Meksika’dan gelmekteydi. Burma, Tayland ve Laos, dünya haşhaş üretiminin yarıdan fazlasını sağlamaktaydılar. Ayrıca
Afganistan, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerde illegal haşhaş üretimi
artıyordu.Bu ülkelere ( Burma, Tayland, Laos) bölgelerindeki Amerikan
çıkarlarını korudukları için ses çıkarılmıyordu.
Abdi İpekçi haşhaş ekiminin yasaklanmasının gereksizliğini şu şekilde
anlatmıştı: [45]
“Uyuşturucu
maddelere alışkanlığın ve rağbetin yayılması, sentetik üretim yollarını
açmıştır. Bugün Amerika olmak üzere birçok ülkelerde bu tür uyuşturucu maddeler
kullanılmaktadır. Türkiye’den gelen haşhaşın kökünün kurutulması , sentetik
uyuşturucu maddelerinin daha da artmasını, gelişmesini hızlandıracak,
dolayısıyla sonuç Amerika açısından pek farklı
olmayacaktır.”
Zaman geçtikçe haşhaş
yasağının kaldırılmasıyla zor duruma düşen çiftçinin halinde bir iyileşme
gerçekleşmiyordu. Ayrıca Türk yetkililer de Amerikan kredilerinin yeterli
olmayacağını görüyorlardı. Amerikalılar bu yasağın uzun süre devam
edemeyeceğini görüyorlardı. 1973 yılı seçimlerinde haşhaş yasağını kaldırma
vaadiyle Bülent Ecevit önderliğindeki CHP birinci parti olarak çıkmıştı. Bülent
Ecevit, Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Selamet Partisi’yle koalisyon
hükümetini kurmuştu.[46]
Ecevit
Hükümeti, 1 Temmuz 1974 tarihinde sıkı kontrol tedbirleri altında yedi ilde
haşhaş ekimine izin vereceğini ilan etti.[47] Ecevit, TBMM’deki
konuşmasında şunları söylemiştir: [48]
“… Önceki hükümetler çiftçinin
kaybını telafi etmek için bazı önlemler almışlardı,fakat bu önlemler yetersizdi
ve halkın anlaşılabilir bir direnişiyle karşılaşmıştı. Türk afyon üretiminin
yasaklanması, dünya ilaç endüstrisinde ciddi bir afyon darlığına neden olmuş,
buna karşın
başka
ülkelerin uyuşturucu alışkanlığına faydası olmamıştı. Bu gerçekler ışığında,
Türk Hükümeti sıkı devlet kontrolü altında haşhaşın ekimine izin vermişti.
Hükümet, Türk afyonunun başka devletlerin halklarına zarar vermemesi için her
türlü önlemi alacak ve bu amaçla bütün dost devletlerin ve uluslar arası
örgütlerin tavsiyelerini dinlemeye hazır olacaktı.”
Amerikalı yetkililer, buna sert
tepki göstererek haşhaş yasağının kaldırılmasının yanlış olduğunu vurguladılar.
Amerikan Senatosu, 12 Temmuz 1974 tarihinde aldığı kararla, haşhaş konusunda
etkili önlemler almaması durumunda, Türkiye’ye yapılan askeri ve ekonomik
yardımın kesilmesini öngörmekteydi.[49]
Temmuz
1974’un sonunda Amerikan Kongresi, haşhaş ekimine izin vermesi nedeniyle
Export_ Import Bank’ın Türkiye’ye daha
fazla kredi vermesini yasaklıyordu.[50] 6
Ağustos 1974 yılında Temsilciler Meclisi’nde alınan karara göre; haşhaşın
yeniden ekilmesi engellenmezse, Amerikan Başkanı’na, Kongre’nin verdiği yetkiyi
kullanarak Türk Hükümeti’ne yapılan
bütün yardımı durdurabilme yetkisi verilmişti.[51]
Kıbrıs’a yönelik Türk ordusunun 16 Ağustos 1974 tarihindeki ikinci
harekâtı, ABD’deki Türkiye yönelik silah ambargosu uygulanması kampanyalarını
başlatmış ve ABD bunu fırsat bilerek bizi cezalandırma yoluna gitmişti.
Şu unutulmamalıdır ki; haşhaş ekimi konusunda Türkiye’nin aldığı
tedbirler övgü almıştır. 19 Eylül 1974 yılında BM, Türkiye’nin tedbirlerinden
övgüyle bahsetmiştir. 13 Temmuz 1976 yılında tamamlanan, Uluslar arası Narkotik
Maddeleri Kontrol Kurulu ve BM Sekreterliği tarafından yapılan araştırmada,
denetimin tam etkili olduğu ve illegal piyasaya sızıntı olmadığı
belirtilmiştir.[52]
3.2.KIBRIS’A MÜDAHALE VE SONRASINDA GELEN
AMBARGO
Kıbrıs’ta, 1974 yılında Atina’daki askeri cuntanın desteklediği
EOKAcıların faaliyetleri artmaya başlamıştı.[53]
EOKA’nın
öncülerinden Grivas’ın yardımcısı Nikos Sampson, 15 Temmuz 1974 tarihinde
yaptığı darbeyle Makarios Hükümetini devirmiştir.[54]
Makarios İngiliz yardımıyla Londra’ya kaçmıştır. Bu darbe sonrasında Başbakan
Bülent Ecevit, 1960 Zürih ve Londra Antlaşmaları’nın garanti şartını birlikte
harekete geçirmek için İngiltere ve Yunanistan’ı uyarmıştı. Bu sonuçlar işe
yaramayınca Türkiye, 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs’a askeri çıkarma yapmıştı.[55]
Kıbrıs’a Türk müdahalesi, ilk etkisini yedi yıldır devam eden Yunanistan’daki
cunta yönetiminin devrilmesiyle göstermiştir. Ecevit harekâtla ilgili “Artık kimse Kıbrıs’ta Türk’ün hakkına
dokunamaz”[56]
ve “ Cuntanın müzakereye barışçı yoldan yanaşacağı yoktu.”[57]
ifadelerini kullanıyordu. Türkiye harekâtı
yarıda bırakıp Kıbrıs konusunun barışçıl yollardan çözülmesini istemişti.
Diplomatik görüşmelerden sonuç çıkmıyor ve
Rumlar ateşin susmasını fırsat bilerek Türk askerinin etrafını sarmaya
başlıyordu.Bunun üzerine Türkiye 14- 16 Ağustos tarihlerinde ikinci bir
harekatla adanın yüzde otuz yedilik kısmını ele geçiriyordu.
Yunanistan’daki yeni hükümet, Batı’nın Türkiye’yi önleyememesini
tepkiyle karşılayarak NATO’nun askeri kanadından çekilmişti. BM Güvenlik
Konseyi, 16 Ağustos 1974 tarihinde, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadından
çekilmesinden hemen sonra yaptığı toplantıda Türkiye’yi işgalci olarak
belirtmiş ve yabancı askerlerin adadan çekilmesini istemiştir.Buna karşılık
Türkiye, kuvvetlerinin ancak adada barış düzeni kurulunca ve Kıbrıs Türklerinin
güvenliği sağlanınca çekileceğini bildirmiştir.[58]
Türkiye’nin 1974 Kıbrıs harekâtında
Amerikan silahlarını kullanması, zaten haşhaş ekimine yeniden başlanmasından
rahatsız olan Amerikan Kongresi’nin tepkisini çekmişti. Türkiye’nin Kıbrıs’a
müdahalesi ve askerini geri çekmemesi bahane edilerek, 5 Şubat 1975 tarihinde
ABD, Türkiye’ye yönelik silah ambargosu uygulama kararı almıştır.[59] Başkan
Gerald Ford, iki kez veto etmiş ancak Yunan lobisinin Kongre’yi etkilemesi
üzerine kabul etmek durumunda kalmıştır.ABD Dış İşleri Bakanı Kissenger ise
ambargoyu ilk söyleyenler arasında olmasına rağmen, müdahale sürerken
ambargonun hem Türkiye’ye hem de
Yunanistan’a karşı uygulanmasını
istemiştir.[60]
Türkiye’nin Ambargoya ilk yanıtı ise, 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs
Türk Federe Devleti’ni kurdurarak olmuştur. Rauf Denktaş federe devletin başkanlığına
seçilmişti.[61]
Bundan sonra Türkiye ile Amerikan Kongresi arasında bir mücadele
başlamıştır.Başkan Ford’un çabalarıyla, 19 Mayıs 1975 yılında, Senato’da
ambargoyu kaldırma kararı alınmıştı. Fakat Temsilciler Meclisi bu karar
karşısında hiçbir harekette bulunmamıştı. Bunun üzerine Türk Hükümeti, 17
Haziran 1975 tarihinde Amerikan Hükümeti’ne bir nota göndererek, Türkiye’deki
İncirlik dışındaki yirmi kadar Amerikan üssünün kapatılacağı sinyalini
vermişti.[62]
Türkiye’nin bu baskısı üzerine Temsilciler Meclisi, Senato’nun kabul ettiği
ambargonun kaldırılması kararını, 24 Temmuz günü oylamış ve karar 206 oya
karşılık 223 oyla reddedilmiştir.[63]
Bu karar üzerine Türkiye, 25 Temmuz 1975 yılında, 1969 tarihli ikili anlaşmayı feshederek,
ABD üslerini kapatmamış , fakat faaliyetleri durdurmuş ve Türk Silahlı
Kuvvetleri denetimine geçmiştir.[64]
Kıbrıs sorunun giderek uzlaşılmaz hal alması ile ABD ile ilişkiler
Kıbrıs sorunundan sıyrılmıştı.Türk Amerikan ilişkilerinde gerginliğin azalması
ve ambargonun kısmen kaldırılışı ve Türkiye’deki üslerin yeniden kullanılması
üzerine Türk-Amerikan ilişkileri yeniden yumuşama dönemine girmiştir.Demirel
önderliğindeki Milliyetçi Cephe Hükümeti, 1969 tarihli ikili anlaşmanın yerine
yeni bir anlaşma yapmak için ABD ile pazarlığa
girişmişti. 26 Mart 1976 tarihinde Türkiye ile ABD arasında yeni bir
savunma birliği anlaşması imzalanmıştı.Bu anlaşmanın özellikleri şunlardı[65]
;
anlaşma ambargodan sonra yürürlüğe girecekti.Anlaşma Kongre tarafından onaylanacaktı.
Türkiye’ye 4 yıl için 1 milyar dolarlık
yardım yapılacak ve 200 milyon doları hibe olacaktı.1977 yılının sonlarında
Süleyman Demirel Hükümeti azınlığa düşüp çekilmesiyle yerine CHP lideri Bülent
Ecevit Hükümeti gelmişti.Bülent Ecevit Hükümeti, 4 yıl için 1 milyar doları
doların giderek değer kaybetmesi üzerine az bularak bu anlaşmayı
onaylamamıştır.[66]
Ecevit Hükümeti, ambargo kalkmaması durumunda Türkiye’nin NATO’dan
ayrılabileceğini ima etmişti.[67]
ABD
Başkanı Carter’ın çabalarıyla 25 Temmuz 1978 tarihinde ABD Senatosu, 42’e karşı 57 oyla
ambargonun kaldırılmasını kabul etti.[68] 1979
ara seçimlerini kaybeden Ecevit Hükümeti istifa edip yerine Demirel azınlık
hükümeti gelmişti.Bu dönemde azınlık hükümetine yapılan ek yardımlar
vardı.Demirel Hükümeti, ABD ile 29 Mart 1980 tarihinde Savunma ve Ekonomik
İşbirliği Anlaşması imzalamıştır.Bu anlaşma da Amerika , Türkiye’ye on yardım
yapıyorsa, Yunanistan’a da 7 yardım yapıyordu.Sonrasında Türk yetkililerin
istediği yardım miktarının sürekli kısılarak verilmesi olayı da çok rahatsızlık
veriyordu.Amerikalılar o dönemde Demirel’e Yunanistan’ın NATO’ya tekrar
alınması konusunda baskı yapıyorlardı ,Başbakan Demirel ise Yunanistan’ın
tekrar dönüşüne sıcak bakmıyordu.[69]
1975-1980 arası Türkiye ambargonun getirdiği ekonomik zorlukları
yaşamıştır.Ayrıca bu dönemde anarşi olayları hız kazanmış.Karşıt görüşlü
gruplar arasındaki olaylar sokağa yansımış ve ülke ikiye ayrılmıştı.İşte bu
anarşi durumunu ve ekonomik sıkıntıyı fırsat bilen silahlı kuvvetler, 12 Eylül
1980 günü yönetime el koymuştu.Askeri Yönetim, Washington ile çok yakın
işbirliği içindeydi.Ve bu yüzden Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına
alınmasına hiç itiraz etmeden kabul etmişlerdi.[70]
SONUÇ:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1960’lı yılların başında Amerika ile sıcak
ilişkilerini devam ettiriyordu.1962 yılında meydana gelen Küba Krizi ile ,
ülkedeki casus uçakların ve füzelerin aslında ne kadar başına bela
olabileceğini öğrense de ,Johnson Mektubu’na kadar bunu kulak arkası etmiştir.
Johnson Mektubu ilişkilerin seyri açısından milattır. Türkiye haklı
olduğu Kıbrıs davasında, Amerika’nın kendisini nasıl yalnız bırakabileceğini
öğrenmiş oluyordu. Ayrıca tüm savunmasını NATO’ya bırakarak aslında tamamen
savunmasız olduğunu anlıyordu.Bu olay üzerine ülkede “kendi uçağını kendin yap” gibi kampanyalar yapılarak askeri
araçların üretilmesine başlanıyordu.Bu şekilde Türkiye, 1974 harekatını
gerçekleştirebilecek kapasiteye erişiyordu.Türkiye bu mektupla birlikte Sovyet
ve Üçüncü dünya ülkelerine yaklaşarak dış politikada denge arayışı içine
girmişti.Ülkedeki Amerikan karşıtlığı hız kazanmış ve bu karşıtlık
protestolarla gösteriliyordu.1940’ların ortalarında Amerikan askerleri geldiklerinde
müthiş bir kutlama yapılırken,1960’lı yılların ortalarından itibaren “Yankee!
Go HOME!” sloganlarıyla nefretle karşılanıyorlardı.
Amerika’nın 1970’li yıllarda kendi ülkesindeki uyuşturucu sorunun
kaynağı olarak Türkiye’yi görmesi, Türk Hükümeti tarafından tepki çekiyordu.Türk
Hükümeti askeri darbeyle indirilip, çiftçinin ekonomik kaynağının yani haşhaşın
yasaklanması sağlanıyordu.Haşhaş yasağını kaldırma vaadiyle iktidara gelen
Ecevit döneminde ise Türkiye, Amerika ile en gerilimli yıllarını
yaşıyordu.Türkiye, önce haşhaş yasağının kaldırılmasından ötürü cezalandırılmak
isteniyor ve bu cezalandırılmanın bahanesi ise Kıbrıs harekatı oluyordu.1975
yılında uygulanan ambargoyla Türkiye, ABD’nin kendisini yalnız bırakabileceğini
ikinci kez görüyordu. Bu ambargoyla,
Türkiye iyice ekonomik darboğaz yaşamış ve ülkede anarşi artmıştı.1980
yılında ise bu ortamı fırsat bilen askerler darbe yaparak, ABD’ye
bağlılıklarını uyguladıkları faaliyetlerle gösteriyordu.
Kısacası, 1960-1980 arası dönem en gerilimli olayların meydana geldiği
dönemdir.
KAYNAKÇA:
Oral
Sander, Türk Amerikan İlişkileri
1947-1964, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, 1979.
Prof.
Dr. Fahir Armaoğlu , Türk Amerikan
Münasebetleri ,Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara , 1991
Bülent
Çaplı, Can Dündar, Mehmet Ali Birand, 12
Mart İhtilalin Pençesinde Demokrasi, İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul,
2007, 9.Basım
İsmail
Cem, Tarih Açısından 12 Mart Nedenleri ,
Yapısı, Sonuçları, Türkiye İş
Bankası Yayınları, 2009
Mehmet
Ali Birand , 12 Eylül Saat :04.00, Karacan
Yayınları , 1984
Can
Dündar, Johnson Mektubu, O Gün Belgeseli,
www.candundar.com.tr/_old/index.php?Did=2138
|
Nasuh
Uslu, Türk Amerikan İlişkileri, 21.Yüzyıl Yayınları,
Ankara, 2000
Cüneyt
Arcayürek, Çankaya’ya Giden Yol
1971-1973, Bilgi Yayınevi
Burcu
Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin
Politikası, İmge Kitabevi Yayınları, 2.Baskı
Faruk
Sönmezoğlu,Türk Dış Politikasının
Analizi, Der Yayınları, İstanbul , 1994
Özcan Köknel, Haşhaş Ekimi ve ABD, Milliyet, 4 Kasım 1975
Abdi İpekçi, Moskova’nın Resmileşen Kıbrıs Görüşü, Milliyet, 7 Kasım 1964
Abdi
İpekçi, Durum, Haşhaş Kararı, Milliyet , 30
Haziran 1971
Resmi Gazete,
Sayı 10558 , 23 Temmuz 1960 , s :1796
Milliyet ,
6 Haziran
1964, Milliyet , 14 Kasım 1964, Milliyet , 30 Haziran 1971
Milliyet
, 13 Mart 1972, Milliyet , 2 Temmuz
1974, Milliyet , 3 Temmuz 1974. Milliyet , 26 Temmuz 1978,
Ulus
, 14 Mart 1964
Cumhuriyet
, 31 Ağustos 1962, Cumhuriyet , 16
Nisan 1963,
Cumhuriyet
, 13 Temmuz 1974 , Cumhuriyet , 7
Ağustos 1974 .
[1] Oral Sander, Türk Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara:
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1979, s. 198.
[9] Prof. Dr. Fahir Armaoğlu , Türk Amerikan Münasebetleri ,Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara , 1991,s:263
[15] Bülent Çaplı, Can Dündar, Mehmet
Ali Birand, 12 Mart İhtilalin Pençesinde
Demokrasi, İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2007, 9.Basım, s:116
[20]
Mehmet Ali Birand, 12 Mart ……….. , s: 118
[39] Mehmet Ali Birand, 12 Mart … … …, s:236-237
[40] İsmail Cem, Tarih Açısından 12 Mart Nedenleri , Yapısı, Sonuçları, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2009, s:295-296
[43] Milliyet, 30 Haziran 1971 , s:1
[44] Nasuh Uslu, Türk Amerikan … … … , s:231
[54] Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası , İmge
Kitabevi Yayınları, 2.Baskı, s:491
[55] Mehmet Ali Birand , 12 Eylül … … … , s:44
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder