16 Şubat 2018 Cuma

TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ (1990–2002)


TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ (1990–2002)

      GİRİŞ:

      Türkiye ile Yunanistan geçmişten günümüze kadar hep rekabet içindeki iki komşu ülkedir. Yunanistan, Osmanlı Devleti’nin mirasçısı durumundaki Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik haklı veya haksız talepler öne sürerek ilişkilerin sürekli gergin tutulmasına sebep olmuştur. Yunanistan’ın megali idea tutkusu nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti, Yunanistan ile özellikle Ege Denizi ve Kıbrıs Adası gibi konularda sorunlar yaşamaktadır.
      Makalede Türkiye ile Yunanistan ile ilişkilere 1990 yıllarından başlanmakta ve dört sorun üzerinde durulmaktadır. Bunlardan ilki tarih boyunca Akdeniz’de stratejik öneme sahip olan Kıbrıs konusudur. İki ayrı toplumun ve devletin yaşadığı bu adada, Yunanistan Rumları destekleyerek Türk tarafının bir azınlık olduğu iddiasındadır. Rum tarafını Avrupa Birliği’ne bütün kesimi temsilen sokma çabalarındadır. İkinci bir sorun ise Ege sorunudur. Yunanistan’ın tüm Ege adalarının kendisine ait olmasını istemekte ya da Ege Denizi’nin bir Yunan Denizi olduğunu iddia etmektedir. Bu Ege’deki sorunlar şu şekildedir: Kara suları sorunu, kıta sahanlığı sorunu, hava sahası ve FIR hattı sorunu ve son olarak Ege’deki bazı adacık ve kayalıkların statüsü sorunudur. Üçüncü sorun olarak gözümüze patrikhane ve azınlık sorunu yer almaktadır. Bu sorunda Yunanistan’daki Batı Trakya’daki Türk azınlığın yaşadığı sıkıntılar ve İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’nin özellikle Sovyet rejiminin çöküşünden sonraki ekümeniklik iddiaları yer almaktadır. Makalede son sorun olarak Yunanistan’ın ayrılıkçı terör örgütü olan PKK’ya verdiği destek bulunmaktadır.1998 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’daki Yunan Büyükelçiliği’nden çıkmasından sonra yakalanması ve daha sonra PKK’ya verdiği desteğin kamuoyuna yansıması detaylıca ele alınmaktadır.
      Makalenin son kısmında Türk-Yunan ilişkileri arasındaki süreçlerin kısa bir özeti yapılarak değerlendirilmektedir. Sonuç bölümünde Türk yunan ilişkilerinin ana hatlarındaki sorunların genel değerlendirilmesi yapılmaktadır.





      1.KIBRIS SORUNU
      Türkiye’nin 1974 yılındaki Kıbrıs Harekâtı ile adada iki toplumun olduğu kabul edilmiş ve Türklere yönelik soykırımlar sona ermiştir. Daha sonraki yıllarda Türkiye ile Yunanistan BM aracılığıyla çeşitli bu konunun çözümü için görüşmeler yapmış çözüm bulunamamıştı. BM Güvenlik Konseyi, Genel Sekreter’in bu konuda hazırlamış olduğu raporuna dayanarak, 12 Mart 1990 yılında kabul ettiği 649 sayılı kararla anayasal açıdan iki toplumlu, toprak açısından iki kesimli bir federasyon kurulması için görüşmelerde bulunulmasını önerdi. Bu kararın özelliği Kıbrıs Türk tarafının siyasal eşitliğinin tanınmasıydı. Kıbrıs Rum yönetimi bu karara sıcak bakmamıştır. Bu dönemde Avrupa Birliği de Kıbrıs sorunuyla yakından ilgilenmeye başlamıştır.1990’lı yılların başına kadar Kıbrıs’ı BM çerçevesinde çözüme kavuşturulacak bir sorun gibi gören AB, 1990 yılının Haziran ayında Dublin’de yapılan zirve toplantısından sonra Türkiye’nin toplulukla ilişkisini Kıbrıs sorununa bağladığını açıklamıştır.[1] Yunanistan’ın AB üyeliği sırasında Kıbrıs Meselesi bir engel gibi görülmemiş, aynı zamanda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adaylığı sırasında da bir engel olarak ifade edilmemiştir.
      3 Temmuz 1990 tarihinde Kıbrıs Rum Yönetimi AB’ye üyelik başvurusunda bulunmuştur. Bu başvuru Kıbrıs Devleti’nin kuran Zürih ve Londra Antlaşmaları’na aykırıydı. Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’ın aynı zamanda üye olmadıkları bir uluslar arası birliğe katılamazdı. BM Güvenlik Konseyi, 11 Ekim 1991 tarihinde Genel Sekreter de Cuellar’ın raporunu destekleyen 716 sayılı karar aldı. Bu karara göre; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğü korunmalı, adanın tamamının ve bölümünün, bir başka ülke ile birleşmesi, her türlü ayrılma ve bölünme dışlanmalı, iki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon içinde tarafların refah ve güvenliğini sağlayacak yeni bir anayasa yapılmalıydı.[2]
      1992 yılında Butros Gali, BM Genel Sekreteri olduktan sonra,  ilk iş olarak Kıbrıs için öneriler paketini hazırlamıştı.[3] Gali Fikirler Dizisi olarak adlandırılan bu paket, iki taraf arasında siyasi eşitlikten bahsederken, Kıbrıs’ta tek egemenlik ve uluslar arası kişiliği öngörüyordu. İki meclisli bir parlamento oluşturulacak, federal devlete tanınmayan yetkiler federe devletlere bırakılacaktı. BM Genel Sekreteri’nin yaptığı haritada Türk tarafına %28,2’lik bir toprak bırakılıyor ve Güzelyurt bölgesi Rumlara bırakılıyordu.[4] Oysa Güzelyurt Kuzey’in en önemli su kaynağını oluşturduğundan verimli tarım arazileri de oradaydı. Gali’nin haritasına göre Türkler ellerindeki toprakların %25’ini kaybedecek ve 50.000 ile 60.000 civarındaki Kıbrıs Türk’ü yeniden göçmen durumuna düşecekti. Bu teklifi kabul etmeyen Rauf Denktaş hazırladığı haritada Türk tarafına %29 toprak bırakılıyor ve Güzelyurt Türk tarafında kalıyordu. Bütün bu çabalar bir sonuç vermemiştir ve BM Genel Sekreteri Gali, Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda sorumlu olarak Türk tarafını gösteriyordu. Kıbrıs Türk tarafı yavaş yavaş önce bağımsızlık tanınması, sonra konfederasyon tezine doğru yöneliyordu.[5]
      Taraflar 24 Mayıs 1993 yılında tekrar bir araya geldiler. Artık Gali Fikirler Dizisi görüşmelerin esasını oluşturmayacaktı. Çünkü Rum lideri Klerides bunları kabul etmiyordu ve Rum tarafı bir öneriyi reddetmişse o öneri geçersiz sayılıyordu. Kıbrıs’ın kuzeyinde demokratik bir devletin kurulmuş olması kimsenin dikkatini çekmiyordu. Bazılarına göre, Kuzey Kıbrıs işgal altında bir bölgeydi, bazılarına göre ise Türkler Rumlara ait bir adada azınlıktır. Kıbrıslı Türklerin dünya ile ilişkisini kesmek amacıyla birçok konuda ambargo konulmuştur. Türklerin seyahatlerine, ticaretlerine, ulaşımlarına, uluslar arası spor ve kültür faaliyetlerine katılmaları yasaklandı.[6]
      AB komisyonu, 30 Haziran 1993 tarihinde hazırlamış olduğu görüşte Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin üyelik başvurusu hakkında olumlu görüş bildirmiştir.[7]1994 yılında Yunanistan’ın AB dönem başkanlığında düzenlenen Korfu Zirvesi’nde Kıbrıs’ın Avrupa Genişleme Programı’na alınması kararlaştırıldı. 6 Haziran ve 12 Haziran 1995 tarihlerinde AB, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği sürecine girmesine paralel olarak, Kıbrıs’ın tam üyelik için hazır olduğu ve başvuruyu yapan Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Hükümeti olarak tek muhatap kabul edileceği yönünde kararlar almıştır.[8]
      20 Ocak 1995 tarihinde KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, on dört maddelik yeni bir barış planı ile Rum tarafını görüşmelere çağırmıştır. Türk tarafı, kendilerinin geçerli bir çözüme karşı olmadıklarını açıklamış ve Kıbrıs’ın AB’ye üyeliği konusunun taraflar arasında bir anlaşma sağlandığı takdirde ele alınması gerektiğini ifade etmiştir. BM’nin olumlu bulduğu bu görüşler, Rum lideri Klerides tarafından reddedilmiştir.[9]
      Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi arasındaki ilişkiler giderek yakınlaşmıştır. Bunun sonucu olarak aralarında Ortak Savunma Doktrini’ni kabul ettiler. Buna göre Güney Kıbrıs’a bir Türk saldırısı olursa Yunanistan bunu kendisine yapılmış kabul edecek ve savaş nedeni olarak sayacaktı. Rum tarafının Kıbrıs sorununun çözümünü ikili görüşmelerden AB zeminine kaydırmaya çalıştığının ortaya çıkması ve Yunanistan ile ortak savunma anlaşması yapmasından sonra Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 28 Aralık 1995 tarihinde Ortak Deklarasyon açıklamıştır.[10] Bu deklarasyonla, 1959 Londra ve Zürih Antlaşmaları gereği Kıbrıs’ın, Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadıkları herhangi bir siyasi ya da ekonomik birliğe katılmayacağı belirtilmektedir. AB ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında 15 Mayıs 1996 tarihinde 17. Ortaklık Konseyi Toplantısı yapılmış ve Rum Yönetimi’nin AB üyeliği sürecinde önemli bir adım daha atılmıştır.
      1996–1997 yıllarında üç önemli gelişme olmuştur. Kıbrıs’taki sınır gösterileri ve çatışmaları, Kıbrıs’a yerleştirilmesi söz konusu olan Rus yapımı S–300 füzeleri ve Kıbrıs Rum tarafının AB’ye üye olma çabalarıdır. Rumların sınır delme girişimleriyle ortaya çıkan sınır çatışmaları, adadaki ortamı gerginleştirmiştir. Kıbrıs’ta siyasi ve askeri gerginlik olmadığı dönemler uzadıkça, Rumlar konunun uluslar arası alanda unutulacağı ve bunun da Türk tarafına yarayacağını düşünerek hareket etmektedir. Rumlar, adanın sakin olmadığını, tarafları ayıran sınırın sorun yarattığını kanıtlamak amacındadırlar.
      1997 yılı başlarında BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs’taki tarafların yeniden görüşmelere başlamaları için çabalarını yoğunlaştırmıştır. BM Genel Sekreteri, Denktaş ile Klerides’in doğrudan görüşmeler yoluyla bir araya getirilmesi BM Güvenlik Konseyi’nden destek gelmiştir.[11] Denktaş- Klerides görüşmelerinden sonuç alınmasının sebebi, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB’ye tam üyelik başvurusuydu.
      Rumlar uluslar arası alanda aldığı destekten yola çıkarak 5 Ocak 1997 tarihinde Rusya ile bir anlaşma yaparak karadan havaya atılan S–300 füzelerini alıp Ada’ya konuşlandırmaya karar verdiler. Türkiye kendisine yönelik tehdidi görerek tepkisini çok ağır bir şekilde göstermiştir. Sonuçta füzeler Girit’e yerleştirildi fakat Türkiye füzelerin menzilinin dışında kalmıştır.[12] 20 Ocak 1997 tarihinde Türkiye ile KKTC, Güney Kıbrıs’ın AB’ye alınmasının kabul edilemeyeceğini ve Türkiye’nin KKTC’ye olan desteğinin devam edeceğini belirtmişlerdir. Daha sonra 1997 yılı içerisinde Türkiye, Kıbrıs adasının doğrudan Türkiye’nin güvenliği ve Doğu Akdeniz’deki çıkarları açısından önemli olduğunu sıkça belirmiştir.[13]
      Yunanistan, Rum tarafının tek başına tüm adayı temsilen AB’ye girmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Yunanistan eski Savunma Bakanı ve Eğitim Ve Din İşleri Bakanı bu konu hakkında şunları söylemektedir:
     “Ortak Savunma Doktrini Sahası, Trakya-Ege-Kıbrıs yayına yerleştirilmiş bir olgudur. Bu doktrin, bölgedeki askeri güç dengesini önemli ve kesin şekilde Elenizm lehine değiştirmiştir… AB ile bütün Elenizm Avrupa içinde ilerleyecek, AB’nin sınırları, Kıbrıs’a kadar büyün Elenizmin sınırlarını oluşturacaktır. Bu tarihi olay Elenizm için yeni güvenlik koşulları yaratacaktır. İstesek de istemesek de Kıbrıs ile Yunanistan’ın geleceği ortaktır. Kıbrıs sorununun dışlanacağı Yunan dış politikası ve Yunan strateji belirlenemez.” [14]
      1997 yılı başlarında ilgili ülkelere ziyarette bulunan Amerika Birleşik Devletleri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Richard Holbrook Ankara ziyaretinde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Onur Özmen’e şunları söylemiştir:
      “Kıbrıs meselesinin şimdiye kadar çözülememesinin nedeni, izlenen yöntemlerin yanlış olmasıdır. 1975 yılından beri bu sorunun Türk tarafına baskı yapılarak çözülebileceği varsayımından hareket edilmiştir. Nerdeyse 25 yıl geçmiş ve bu yöntemin çözüme götürmeyeceği görülmüştür. Türkiye’nin dış baskılarla politika oluşturma geleneği yoktur. Şerefli bir çözüm isteniyorsa önce Ada’daki iki tarafa eşit davranılmalıdır. Kıbrıs Türk tarafına ambargo uygulamasından vazgeçilmelidir. Kıbrıs Rum tarafının her şartta destekleneceği izlenimi verilmemelidir. Aksi takdirde Rumların esneklik gösterme ihtiyacı duymaları önlenmiş olur; Rumlara Kıbrıs meselesi çözülmeden ve Türkiye üye olmadan AB’ye girebilecekleri ümidi verilmemelidir. Bu hem uluslar arası antlaşmalara aykırıdır, hem de Rumların herhangi bir konuda esneklik göstermelerini olanaksız kılar.” [15]
      12 Aralık 1997 tarihinde Lüksemburg’da yapılan AB zirvesinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi resmen aday olarak kabul edilerek diğer beş Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi ile beraber 9 Kasım 1998 tarihinden itibaren tam üyelik müzakerelerine başlanması kararı alınmıştır. [16] Güney Kıbrıs’ın aday listesine alınıp Türkiye’nin genişleme sürecinden dışlanması sonucunda Türkiye, AB ile Kıbrıs ve Ege sorunlarının yer aldığı siyasi diyalogu kesme kararı almıştır.[17] 10–11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki AB Zirvesi’nde, Kıbrıs sorununun çözümünün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tam üyeliği için bir ön şart olmadığı yönünde bir karar alınmıştır.[18] Aralık 1999’da Helsinki’deki zirvede Türkiye AB’ye aday ülke ilan edilmiştir. Bu toplantıda Yunanistan hem ikili sorunlarını kendi lehine çözülebilmesi hem de bütün Kıbrıs’ı temsilen Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği sürecinde önemli avantajlar kazanmıştır. Türk medyasında bu durum fazla dillendirilmemiş ve Türkiye’nin adaylığı ön plana çıkarılmıştır.[19] Bu süreçler yaşandıktan sonra Denktaş 2001 yılının Aralık ayında Rum lideri Klerides’e bir mektup göndererek görüşme önerisinde bulunmuş ve bu öneri Klerides tarafından kabul edilince 2002 yılından itibaren baş başa görüşme süreci başlamıştır. BM Genel Sekreteri’nin Özel Temsilcisi, sadece not tutmak için görüşmelere katılacak, taraflar herhangi bir plan sunmayacak, öneride bulunmayacaktı. Böylece görüşmeler uluslar arası toplumun baskılarından uzak olarak yürütülecekti. Bu görüşmelerden de sonuç alınmamıştır.
      2002 yılının sonlarında BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından Kıbrıs meselesi üzerine bir plan hazırlanmıştır.[20] Bu plana göre; 1960 Antlaşmaları ile Kıbrıs Türklerinin sahip olduğu veto hakkı ortadan kaldırılıyor ve merkezi yönetimde Rum tarafının ağırlıklı olacağı belirleniyordu.

















      2.EGE SORUNU
      Günümüzde Türkiye ile Yunanistan arsındaki en önemli anlaşmazlıklardan birisi de Ege sorunudur. Ege sorunun başlıca konuları ise karasularının genişliği, kıta sahanlığının genişliği, hava sahası ve FIR hattı sorunları ile Ege’de statüsü tam olarak belirlenmemiş adacık ve kayalıkların durumu sorunudur.
      2.1.Karasuları Sorunu
      6 mil uygulaması çerçevesinde Ege’deki Yunan karasuları yaklaşık %43,5, Türk karasuları ise yaklaşık %7,5’lik bir oranı temsil etmektedir. Bölgede geri kalan alanlar ise açık deniz statüsündedir. Yunanistan karasularını 12 mile çıkaracak olsa, Ege’nin yaklaşık %71,5’ine, buna karşılık Türkiye ise yaklaşık %8,8’ine sahip olacak ve açık deniz statüsündeki alan ise %19,7’ye inecektir. 12 mil uygulamasında Yunanistan’ın karasularının fazla artmasının nedeni; Ege’de Yunanistan’a ait adaların, Türkiye anakarasına çok yakın olması ve bölgede birbiriyle kesişen karasuları sorununun çözümünde orta hat ilkesinin kullanılıyor olmasıdır. [21] Türkiye, Yunanistan’ın 12 karasularını 12 mile çıkarmasına tepki gösteriyordu. ABD tarafından ortaya atılan, Ege’deki doğal kaynakların, iki ülke tarafından oluşturulacak konsorsiyumca işletilmesi görüşü vardır. İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler, siyasi gerilimler yüzünden geliştirilememiştir.[22] 1994 yılında Ege’nin Yunan tarafında petrol arama faaliyetlerinin yeniden canlanması, iki ülke arasındaki gerginliği iyice artırmıştır. Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarması, Türkiye tarafından 8 Haziran 1995 tarihinde TBMM’nin aldığı kararla savaş nedeni olarak görülmektedir.[23]
      1997 yılında Temmuz ayında, Yunanistan ile Türkiye arasında 6 maddelik mutabakat olmuştur. Buna göre taraflar; ilişkileri barış, güvenlik içerisinde geliştirilmesine katkıda bulunacak, karşı tarafın egemenlik haklarına, uluslar arası hukuk ve anlaşmalara saygı, Ege’deki meşru, hayati çıkar ve endişelerine karşılıklı saygı, aralarındaki sorunları güç kullanmadan barışçıl yollardan çözmeye söz vermişlerdir.[24]
      Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarma çabalarının dayandığı temel nokta 1982 yılında imzalanan ve 1994 yılından yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (The United Nations Convention on the Law of the Sea)’nin, devletlere karasularını 12 mile çıkarma yetkisi veren 3.maddesidir. Bu maddede “Her devlet kendi karasularının sınırını belirleme hakkına sahiptir; bu genişlik, sözleşmeye uygun olarak çekilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçmemek zorundadır.”denmektedir.[25] Yunanistan, 1982 UNCLOS ile birlikte, 12 milin kabulü yönünde uluslar arası bir teamül olduğundan bahsetmektedir. Türkiye’nin, Akdeniz ve Karadeniz’de 12 mili uygulayarak bu durumu kabul ettiğini söylemektedir. Yunanistan’a göre, 12 mil uygulaması sonucunda diğer ülkelerin Ege Denizi’ndeki seyir hakkı engellenmemektedir. 1982 UNCLOS’un 8. Maddesine göre, tüm yabancı gemilerin Yunan karasularından “zararsız geçiş hakkı” olacaktır.[26]
      Türkiye, her şeyden önce karasularının genişliği konusunda, herkes tarafından kabul gören ve dünyanın her yerinde uygulanabilecek olan bir genel kuralın olmadığını vurgulamaktadır. Bu ne uygulaması zorunlu ne de bir ülke tarafından otomatik olarak uygulanabilecek olan bir kuraldır. Türkiye, 12 mil kuralının karasularının genişliğini belirlemede genel kabul gören bir ilke olduğu kabul edilse dahi, bu kuralın, uygulamaya her zaman açıkça karşı çıkmış olan ve 1982 UNCLOS imzacısı olmayan bir ülkeye karşı kullanılamayacağı görüşündedir. 1982 UNCLOS’un 123. Maddesi, tarafları yarı kapalı denizlerde, tek taraflı eylemlerden kaçınmaya çağırmaktadır. Yunanistan’ın, karasularını tek taraflı olarak 12 mile çıkartması, 1982 UNCLOS’a aykırıdır.[27]
      12 mil uygulamasında, Ege’deki kıta sahanlığının ve hava sahasının çok büyük bir bölümünün de doğrudan Yunanistan’ın egemenliğine geçeceğinden, bu uygulamaya Türkiye, şiddetle karşı çıkmaktadır.
      2.2.Kıta Sahanlığı Sorunu
      Kıta sahanlığı rejimi, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır. Ege’de iki ülke arasındaki sorun, bütün diğer karmaşıklaştırıcı etkenlere rağmen, bölgedeki adaların kıta sahanlıklarının nasıl belirleneceği sorunudur. Bu konuda herhangi bir anlayış birliğine varılması sorunun çözümüne büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. [28] Kıta sahanlığı konusunda, iki ülke arasındaki anlaşmazlık başlıca iki konuda ortaya çıkmıştır. Konunun özüne ilişkin anlaşmazlık ve anlaşmazlığın çözümü yöntemi.[29]
      Yunanistan’a göre, Türkiye’ye yakın veya uzak, Ege Denizi’nde Yunanistan’a ait olan bütün adaları, Yunan ülkesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Adaların da kıta sahanlığı vardır. Bunun böyle olduğu, 1982 UNCLOS ile de onaylanmış ve adalara ilişkin olarak 1958 Cenevre Sözleşmesi’nin bu hükmü, bir uluslar arası teamül haline gelmiştir. Bu durum, Yunanistan’ın Ege’deki bütün adaları içinde istisnasız geçerlidir.[30]
      Ege’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sınırları, Yunan adalarının, Türkiye’ye en yakın noktaları dikkate alınarak, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nce de kabul edilen eşit uzaklık ilkesine göre belirlenmelidir.[31]
      Türkiye, Ege’deki kıta sahanlığı sınırlandırmasının, mutlaka Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilecek görüşmeler aracılığıyla saptanması gerektiğini söylemektedir. Türkiye, Ege’deki kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesinde doğal uzantı görüşünün esas alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu görüşe göre, Ege’deki deniz yatağının büyük bir bölümü Anadolu’nun doğal uzantısı ve bu adaların büyük bir bölümünün kıta sahanlığından bahsedilemez.[32] Ege’nin bir yarı kapalı deniz olduğunu vurgulayarak, bundan dolayı bu bölgedeki kıta sahanlığı sınırlandırmalarında özel ilkeler ele alınmalıdır.
      Kıta sahanlığı anlaşmazlığının çözümü konusunda iki tarafın görüşleri farklıdır. Türkiye, anlaşmazlığın iki ülke arasında yapılacak görüşmelerle diplomatik zeminde çözülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Yunanistan ise 1982 UNCLOS’un kendi tezlerini desteklediği düşüncesiyle anlaşmazlığı, Uluslar arası Adalet Divanı aracılığıyla çözüme kavuşturmayı amaçlamaktadır.

      2.3. Hava Sahası ve FIR Hattı Sorunu
      Yunanistan, komşuları üzerindeki hava sahasının genişliğinin, 1944 Chicago Sözleşmesi’nin 1 ve 2. Maddelerine aykırı olarak, 10 mil olduğunu iddia etmekte, kıyılarından 6–10 mil uzaklıkta uçan Türk uçaklarının, hava sahasını ihlal ettiklerini söyleyerek kınamaktadır. Yunanistan, NATO manevralarında hava sahasının 6 mil olduğu görüşünü kabul etmesi ilginçtir.[33]
      Yunanistan’a göre, 10 mil genişlik uluslar arası hukuka uygundur. Atina, 1931 yılında hava sahasını 10 mile çıkardığında, Türkiye buna 1974 yılına kadar itiraz etmemiştir. Türkiye’ye göre, Ege’nin üzerindeki hava sahasının, yaklaşık yarısı uluslar arası hava sahasıdır. Uluslar arası hukuk çerçevesinde, Türkiye ve Yunanistan bu hava sahasından serbestçe yararlanma hakkına sahiptir. Türkiye, Yunanistan’ın 1931 yılından itibaren hava sahasının 10 mil olduğunu belirtmesinin hukuki olmadığını savunmaktadır. Çünkü uluslar arası hukuk kuralları ve antlaşmalar, bir ülkenin hava sahasını, ülkenin kara parçası ve kara sularıyla sınırlandırmaktadır.[34]
      Uluslar arası hava taşımacılığını kolaylaştırmak amacıyla dünyadaki hava sahası, çeşitli “Hava Sahası Bölgeleri”ne ayrılmış ve her ayrılan bölge “Uçuş Bildirim Bölgeleri ( Flight Information Region (FIR) )”  diye ayrılmıştır. Ege Denizi, 1952’den bu yana Atina FIR’ı içerisindedir. Atina FIR’ı ile İstanbul FIR’ı arasındaki sınır ICAO( International Civil Aviation Organization) Konseyi’nce onaylanmıştır. Buna göre, Türkiye’den havalanarak Batı istikametine uçan uçaklar, durumlarını Atina’ya bildirmek zorundadırlar. Batı’dan Doğu’ya doğru uçanlar da Türk FIR hattına girdiklerinde durumlarını İstanbul’a bildirmek zorundadırlar.
      Ankara’ya göre sorun Yunanistan’ın FIR hattını, aynı zamanda egemenlik hakkını sağlayan düzenleme olarak görerek, bu hattı, hava sahsı sınırı olarak yorumlamasıdır. Bu FIR hattı sadece teknik bir sorumluluktur.[35] Türkiye, konunun yeniden düzenlenmesini talep etmektedir. Atina, 1952 yılında imzalanan bu düzenlemeye, Türkiye’nin 1974’e kadar itiraz etmemesinden dolayı, Türkiye’nin ortaya koyduğu görüşleri hukuken geçersiz olarak değerlendirmektedir.

      2.4.Ege’deki Bazı Adacık ve Kayalıkların Statüsü Sorunu
      Üzerinde yerleşim bulunmayan bazı adacık ve kayalıkların statüsüne ilişkin olarak Türkiye, son zamanlarda gri bölgeler tezini ortaya atmıştır. Çünkü Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti, Ege’deki bazı adaları ve adacıkları, doğrudan bu adaların adları söylenerek çeşitli antlaşmalarla diğer ülkelere terk etmiştir. Fakat Ege’de bu kapsama dâhil olmayan bazı adacık ve kayalıklar olduğu anlaşılmaktadır. Yunanistan ise, bu adacık ve kayalıkları kendi adına sahiplenmek için çalışmakta, böylece Ege Denizi’nin tümüne sahip olma çabasındadır.
      İki ülkenin bu kayalıklara verdiği önemin nedeni; burada varılacak çözümün Ege’deki diğer benzer durumlara ilişkin bir örnek teşkil edecek olmasıdır. İşte 1995 sonu ile 1996 başı ortaya çıkan Kardak Krizi bu türdendir.[36]       



      2.4.1.Kardak Krizi
      25 Aralık 1995 tarihinde, Figen Akat isimli bir Türk yük gemisinin Bodrum’un Gümüşlük koyunun açıklarındaki Kardak Kayalıkları’nda karaya oturması, Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir krizin ortaya çıkmasına yol açmıştır. 26 Aralık günü gemiye yaklaşan bir Yunan sahil güvenlik botu, kaptana Yunan karasularında bulunduğunu belirtirken, gemidekiler ise Türk karasularında olduklarını ifade etmiştir. Figen Akat adlı gemi bir Türk sahil güvenlik botunun korumasında Güllük limanına çekilmiştir.[37]
      29 Aralık günü Yunanistan’ın Ankara Büyükelçiliği, Türk Dışişleri Bakanlığı’na bir nota göndererek geminin Yunan karasularında karaya oturduğu iddiasını dile getirmiştir. Bu olaydan bir süre önce Yunanistan, Ege’deki bazı adacıkların iskânına başlamıştır. Ankara’daki Yunanistan Büyükelçiliği Müsteşarı, 10 Ocak’ta Dışişleri Bakanlığı’nı ziyaret ederek ikinci Yunan notasını verdi. Notada, 1932 tarihli Türk-İtalyan Antlaşması ile Kardak’ın İtalya’ya bırakıldığı, daha sonra da halefiyet yoluyla Yunanistan’a geçtiği iddia etmektedir. Atina’ya göre, Lozan Antlaşması ile Bozcaada, Gökçeada ve Tavşan adaları dışında Anadolu’ya 3 mil ve daha yakında bulunan adalar, Türkiye’ye bırakılmış, Ankara bu mesafe dışındaki adalar üzerindeki tüm haklardan feragat etmiştir.[38]
      Türkiye’ye göre, 28 Aralık 1932 Türk-İtalyan toplantı metinleri Milletler Cemiyeti’ne tescil ettirilmediklerinde hukuki anlamda geçerli değildir. Konuya ilişkin başvurulabilecek en temel metin 1947 Paris Barış Antlaşması’dır. Antlaşmanın 14. Maddesinde, Yunanlılara bırakılan adalar açıkça belirtilmekte ve bu adalar arasında yer almayan komşu adacıklar kapsamında olmayan Kardak’ın durumu açık değildir.
      Kardak olayı, 20 Ocak günü hükümete yakın olarak bilinen Grama isimli Yunan dergisinde yer alan bir haberle kamuoyuna duyurularak, Türkiye karşıtı bir kampanya başlatıldı. Kamuoyunun baskısıyla olay, Türkiye ile Yunanistan arasında büyük bir sorun haline gelmiştir. Yunanistan’ın Kalimnos Adası’nın Belediye Başkanı, 26 Ocak günü Kardak’a giderek Yunan bayrağını dikmiştir. Buna karşılık ertesi Hürriyet Gazetesi muhabirleri kayalığa çıkara Yunan bayrağını indirip yerine Türk bayrağı çektiler. Hürriyet manşetinde “Bayrak Savaşı” ifadesini kullanarak olayın boyutunu artırmıştır.[39]28 Ocak günü Yunanistan, Kardak Kayalıkları’ndan birine iki askeri tim çıkararak tekrar Yunan bayrağı astılar. Türkiye buna sert tepki göstererek dönemin Başbakanı Tansu Çiller şunları söylemiştir: “Türkiye’nin topraklarına göz dikilmesine müsaade etmeyiz’ ifade etmiş ve “Türkiye egemenlik haklarından vazgeçmez. Kararlılığımızı ortaya koyarız. Kayalıklardan bayrak indirilmeli, asker çekilmelidir”[40]
      Sami Kohen’e göre bu olayın bu kadar büyütülmesinin sebebi iki nedene bağlıydı. “Birincisi, Ege’deki temel anlaşmazlıklarla ilgili. İkincisi ise, medyanın işi büyütme eğilimi ile ilintili…”[41] Kardak krizi ile Türkiye’deki geçici hükümete ve Başbakan Tansu Çiller’e soluk alma fırsatı tanıdığını Derya Sazak şöyle anlatmaktadır: “ Haftalardır kendisine sağlam bir ortak bulamayan Başbakan Tansu Çiller, bu arada, Yunanistan’ın yeni lideri masaya oturup, anlaşma bile imzalayabilir. Yunanlı meslektaşı Simitis, şu anda Tansu Hanım’ın başbakanlığını tescil edecek en önemli kişidir. İç politikada bunalan liderler arasında uluslar arası sorunlar daima can simidi olmuştur.”[42]
      Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Kardak’taki iki kayalıktan sadece birine Yunanlıların asker çıkardığı saptanarak üzerinde Yunan askeri bulunmayan öteki kayalığa asker çıkarılmasına karar verildi. Bu şekilde çatışma riski azaltılarak Yunanlıları çekilmeye zorlanacaktı. Milliyet bu olayı sürmanşetinde şu şekilde duyuruyordu: “ADAYA BASKIN. Yunanistan çekilmeyince, biz de Kardak’ın yanın başındaki kayalığa komando çıkardık.” [43] Bu gelişme üzerine ABD devreye girerek Dışişleri Bakan Yardımcılarından Richard Holbrook, Yunan askerlerinin kayalıktan çekilince Türk askerlerinin de çekilmesi gerektiğini belirtmiştir.[44] Richard Holbrook her iki ülkeye şu mesajı vermiştir: “İlk kurşun atanın başı ABD ile derde girer” [45] Bunun üzerine Türk ile Yunan askerleri kayalıklardan geri çekilmiş ve Türkiye’nin istediği gibi eski statüye dönülmüştü. Yalçın Doğan Kardak Krizi’nin temelinde egemenlik hakkı yattığını ve Türkiye ile Yunanistan Lozan’dan bu yana ilk kez egemenlik hakkı yüzünden karşı karşıya geldiğini ifade ediyordu.[46]
      Kardak bunalımının ardından, TSK Harp Akademileri Komutanlığı tarafından hazırlanan Ege’nin statüsüne ilişkin bir raporda antlaşmalarla statüleri kararlaştırılmış bulunan ada, adacık, kayalıklar “Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olarak Türkiye’nin egemenliğindedir.” Görüşüne yer verilmiştir.[47] Milliyet gazetesinde yer alan “Ege’deki 150 Ada Osmanlı’dan Miras”  başlıklı haberde, Ege’de 150’ye yakın ada ve adacığın, Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olması dolayısıyla hukuki olarak, Türkiye’nin egemenliğinde sayılması gerektiğinden söz edilerek; Yunanistan’ın Ege’deki bazı ada ve adacıkları iskana açma çabalarının statüyü kendi lehine çevirme amaçlı olduğu vurgulanmaktadır.[48] Yunanistan’ın insan yaşamayan ada, adacıkları iskâna açma politikası, Ege’deki dengeleri, özellikle ulusal karasuları sınırını ilgilendirmektedir. İskâna açık olmayan ada ve adacıkların kendilerine has karasuları sınırı olmayışı ve Yunanistan’ın bu ada ve adacıkları iskâna açarak karasularını sınırını genişletme çabalarının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.[49]
      Kardak Krizi’nin ardından PKK terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan’ın, Nairobi’deki Yunanistan Büyükelçiliği’nde Yunan Hükümeti’nin bilgisiyle saklandığı ortaya çıktı. Öcalan yakalanarak Türkiye’ye teslim edildi. Bu olay Yunanistan’da büyük çalkantılara sebep olarak devletin üst kademelerinde değişiklikler meydana getirmiştir. Yunanistan’ın yeni Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, Türkiye ile diyalog kurmanın bir suç olmadığını Yunan halkına kabul ettirerek Türkiye Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile görüşmelerde bulunmuştur. İki ülkede üst üste meydan gelen deprem felaketleri de iki tarafın halklarının yakınlaşmasına nende olmuştur. Ama Kardak, deniz sınırlarının saptanması, hava sahası, karasularının genişliği gibi önemli konularda bir ilerleme sağlanmamıştır.

     
















      3.AZINLIKLAR VE PATRİKHANE SORUNU
      İki ülkedeki azınlıklara ilişkin tutumlar, Ankara-Atina arasındaki ilişkilerden yoğun bir biçimde etkilenmiştir. İki ülke arasındaki ilişkilerin giderek bozulduğu 1990’lı yıllardan itibaren Lozan Antlaşması’nda “Türkiye’deki gayrimüslim azınlık” ve “ Yunanistan’daki Müslüman azınlık” ifadeleri kullanıldığı için Atina yönetimi ülkesinde Türk azınlığı bulunmadığını vurgulamaktadır.[50]
      Batı Trakya’daki Türk azınlık, 1920 yılında bölge nüfusunun yaklaşık %65’ini oluştururken bugün ise nerdeyse 1/3’ünü oluşturmaktadır. Türkler, 1923 yılında bölgedeki toprakların %84’üne sahip iken, son yıllarda bu oran %40’ın altına düşmüştür. Bunun nedeni olarak, Yunanlı yetkililerin bölgede giriştikleri istimlâk hareketlerinde genellikle Türklerin elinde olan arazileri daha fazla kamulaştırmıştır. 1991 yılının başlarında, Yunan Başbakan Mitsotakis, Batı Trakya’nın ihmal edildiğini belirterek olumlu politikalar vaat etmiş olsa da Türklerin elindeki toprakların kamulaştırılması politikası sürmüştür.
      Türkiye ile Yunanistan arasında 1951 yılında imzalanan Kültür Antlaşması ile 1958 tarihli bir Eğitim ve Kültür Protokolü vardır.[51] Bu anlaşmalara göre, iki ülke arasında, birbirinin ülkesinde yaşayan azınlıkları için öğretmen ve eğitim aracı sağlanması konusunda işbirliği yapılacaktır. Atina, bu işbirliğini yerine getirmekte zorluklar çıkartmış ve sonunda 1992 yılında kültür protokolünü tek taraflı olarak feshetmiştir.
      1920 yılında çıkarılan Yunan yasası gereği, Batı Trakya Türk Cemaati’nin dini lideri durumundaki müftülerin, bölgedeki Müslüman halk tarafından seçimle belirlenmesi gerekmektedir. Yunanlılar çeşitli bahanelerle bu yasayı uygulamayarak, müftü seçimine doğrudan müdahale etmiştir. Sonraki dönemlerde ise Atina, yasal değişiklik yaparak Müftü atama yetkisini Yunanlı yetkililere vermiştir.[52]
      Yunanlı yetkililer, Batı Trakya’da yaşayan Türk kökenli Yunan vatandaşlarının seçme ve seçilme hakları konusunda çeşitli engellemeler çıkarmışlardır. Parlamento seçimlerine bağımsız olarak katılan azınlık üyesi adayların seçimi kazanmaları üzerine Yunanlı yetkililer 1990 yılının sonunda bağımsız bir adayın seçilmesinin %3’lük ülke barajını geçmesi gerektiği kanunu çıkarmışlardır. Bu yüzden 1993 genel seçimlerinde Türk azınlık üyeleri, bu barajı aşamamış ve azınlığa mensup adayların seçilebilmek için bir Yunan partisinden aday olması zorunlu hale getirilmiştir.[53]
      Yunanistan’da Türklere uygulanan baskılardan birisi de yasak bölge uygulamasıdır. Bölgeye giriş çıkış izine ve bazı kurallara bağlıdır. Bu yöredeki halk oldukça izole biçimde yasamaktadır.[54]
      Sovyet rejiminin çökmesinden sonra Moskova’daki Ortodoks Patrikhanesi önem kazanmıştır. Bu durum İstanbul ve Moskova patrikhaneleri arasındaki rekabeti hızlandırarak İstanbul’un ekümenik olma iddialarını yeniden gündeme getirmiştir. Türkiye’den gelen tepkiler üzerine İstanbul Rum Patrikhanesi, bu ekümeniklik iddiasının dini bir anlam taşımadığını söylese de başta Rusya ve ABD olmak üzere bünyesinde Ortodoks kilisesi bulunan ülkeler ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkileri etkileyeceği ortadadır. Bu durum da, 1923’te Lozan’da varılan anlaşmaya aykırıdır. ABD, Eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki Ortodoks kiliselerini İstanbul’a yönlendirerek onları Moskova’nın etkisinden kurtarmak amacıyla, Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik olma iddialarını desteklemektedir.




















      4.PKK BUNALIMI
      PKK ayrılıkçı terör örgütü bir yandan güneydoğuda silahlı eylemlerde bulunurken, komşu ülkelerden de lojistik ve siyasi destek alıyordu. PKK, Atina’da resmi büro açmış ve Yunan Parlamentosu’ndan temsilciler katılmıştır. Taki Berberakis bu olayı, şu şekilde duyurmuştur:
     “Basın toplantısına Yunan Parlamentosu Başkan Yardımcısı Panayotis Kritikos’la birlikte PASOK ve Yeni Demokrasi partili 3’er milletvekiliyle, bir sol ittifak ve 1 bağımsız milletvekili de katıldı. Toplantıda konuşan Sosyalist milletvekili Costas Vadubas, Atina’nın PKK’ya desteğini beyan ederken, geçen yıl parlamentoyu temsilen giden üç milletvekilinin Apo’ya ilettikleri ‘Yunanistan Daveti’ni de yineledi.” [55]
      Yunanistan’ın PKK’ya yapmış olduğu destek konusunda Başbakan Mesut Yılmaz şunları söylemiştir:
      Yunanistan Hükümeti’nin güttüğü belli olan stratejik amaç, Türkiye’yle ilişkileri üstünlük konumundan yürütebilmek hevesiyle,  bir yandan Türkiye’nin çok yönlü kalkınma hamlelerine sekte vurmak, diğer yandan da AB’den başlayarak ülkemizin Batı ile ilişkilerini onarılması güç olacak şekilde zedelemek ve mesafelendirmektedir. Bu çerçevede kullanılan başlıca yöntemler, bir taraftan Türkiye’nin toprak bütünlüğüne, istikrarına ve huzuruna kasteden PKK terörüne verilen destekte; diğer taraftan da Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde özellikle Ege sorunlarından kaynaklanan gergin ortamın canlılığını koruyabilmesi için harcanan çabalarda somutlaşmaktadır. Atina’nın Ege’de mevcudiyeti dünyaca bilinen birçok sorunun ısrarla inkâr etmesini, makulün sınırları dâhilinde başka türlü izah edebilmek mümkün değildir.” [56]
      Öcalan’ın yargılanması sırasında vermiş olduğu ifadelerde Yunanistan’ın PKK ile ilişkileri açıkça görülmüştür. Enis Berberoğlu bu ilişkiyi şu şekilde yazmıştır:
      1994 senesinde Yunanistan’da PKK’nın kampları açıldı. Lavrıion Kampı’nda PKK’lı gençlere daha çok ideolojik eğitim veriliyordu. Ayrıca Yunanistan’da küçük gruplarımızın yerleşmesi için evler de vardır. Tahmin ediyorum kiradır. Lavrion Kampı’ndan başka bir de bomba eğitimi veren Dimitri Elen kampımız vardır. Banka eğitimini, kamp eğitimini ve küçük grupları barındırmak hususunda organizede bizim dost tabir ettiğimiz Yunan Gizli Servisi’nin yardımı olmaktadır. Yunanistan’dan para yardımı da almaktayız. Bu para yardımını daha ziyade sivil kurumlardan almaktayız. Kiliselerden almaktayız, sendikalardan almaktayız. Bir de bize ait dergiler etrafında aldığımız bağışlar vardır. Bu bağışlar mesela 100 liralık derginin 1000 liraya satılması gibi alınmaktadır.” [57]
      Özellikle Yunanistan ile sorunlar çerçevesinde, Türkiye’nin bu ülkeye yönelik tepkisi sonuçsuz kalarak Yunanistan, PKK’yı bir terör örgütü olarak saymadığını, bu örgütün mücadelesini insan hakları ve demokrasi bakımından değerlendirildiği ifade edilmiştir.[58] Yunanistan’ın terör örgütüne vermiş olduğu desteği protesto eden Türkiye’nin,  bu protestosu, uzun süre Yunanistan tarafından reddedilmiştir. Ancak Abdullah Öcalan’ın Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliği’nde Yunan Hükümeti’nin bilgisiyle saklandığının açığa çıkması ve yakalanmasından sonra durumu kabullenmek zorunda kalmıştır.[59] Bu gelişmeler üzerine Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Manila’daki basın açıklamasında; “PKK’nın en büyük destekçileri arasında yer alan ve son olaylarla suçüstü yakalanan Yunanistan’ın terörü destekleyen ülkeler listesine alınmasını” istemiş ve “ Yunanistan’ın yasadışı davranışlarını sürdürmesi durumundan Türkiye’nin uluslar arası hukuktan doğan meşru müdafaa hakkını kullanacağını” vurgulamıştır.[60] Güneri Cıvaoğlu da Türkiye’nin, Yunanistan’ın bölücü örgütle suç ortaklığını, tanıklarla tüm dünyaya göstermesi gerektiğini vurgulamaktadır.[61]
Sami Kohen’e göre Demirel’in konuşmasından şunu anlamalıyız: “Yunanistan’ın aynı tavrı sürdürmesi halinde, Türkiye’nin bunu bir savaş nedeni sayacağı anlamına gelir.” [62]
      Yunanistan’da hükümet, olayın hükümetin inisiyatifi dışında geliştiğini ileri sürere sorumlular hakkında yargıya başvurmuş ve Dışişleri Bakanı T.Pangalos, İçişleri Bakanı Papadopulos ve Kamu Düzeni Bakanı Pesalnikos istifa etmiştir. Atina Savcılığı’nın Öcalan’ın Yunanistan’a yasadışı biçimde getirilmesi olayını soruştururken hazırladığı raporda şunları dile getiriyordu:
      Özellikle Öcalan’ın yasadışı biçimde Yunanistan’a getirilmesi ve misafir edilmesi, Türkiye’ye karşı düşmanca bir girişim olarak nitelendirilebilir. Türkiye’nin, bu tür girişimlerin savaş nedeni olacağı yolundaki tezi zaten biliniyor. Bu hareketler, hükümetin onayı ile yapılmamıştır ve hükümetin Öcalan’ın ülkeye gelmesinin milli açıdan zararlı olduğu ve kendisine sığınma hakkı tanınmayacağı yolundaki tezine de aykırıdır. Yunanistan’ın zor durumda kalmasına yol açan bu hareket, Türkiye’nin Yunanistan’a karşı düşmanca bir girişimde bulunmasına da yol açabilir. Türkiye’nin bu konudaki bilinen tezi çerçevesinde, Öcalan’ın ülkeye getirilmesinin, Türk halkının Yunanistan’a karşı düşmanlık duymasına ve iki ülke arasında gerginlik doğmasına yol açması doğaldır.” [63]
      Abdullah Öcalan tutuklandıktan sonraki ifadesinde, Suriye’yi terk ederek Yunanistan’a gidişini şu şekilde ifade etmiştir:
      “…Yunanistan’a geldiğimizde o zamana kadar bana büyük ilgi gösteren, PKK’ya dost olduğunu ifade eden Yunanistan, son derece kötü yüzünü gösterdi. Bana 3 saat içinde’ ya geldiğin yere geri döneceksin veya istediğin yere gideceksin’ dediler. Bu arada Rozerin(Rozalin), Yunan servisinden Dimitris ile görüştü… 29 Ocak 199 tarihinde Rusya’dan ayrıldık… Bana Badovas ve Nagazakis büyük güvence verdiler. Yunanistan’a kabul edileceğini söylediler. Yunanistan’a geldik… Ancak yetkili ve sorumlu durumunda olan Dimitris beni görünce yeniden hırçınlaştı, derhal gönderileceğini söyledi” [64]
      Uzun yıllar Türkiye’ye yönelik eylemlerine verdikleri her türden desteğin sonucu olarak algılamış olduğu gerekmektedir. Ancak PKK’ya verilen desteğin Türkiye ile sıcak bir çatışmaya yol açabilecek olması veya bu ilişkinin bir Türk-Yunan sorunu olarak algılanmaya başlanması, Yunanistan’ın politika değiştirmesine neden olmuştur.[65] Yasemin Çongar ABD’nin bu olaylara bakışını şu ifadelerle anlatmıştır: “PKK ve lideri Abdullah Öcalan konusunda Türkiye’nin tezlerine, çabalarına en fazla destek veren ülke ABD, buna kuşku yok… Ancak aynı ABD, simdi Türkiye’nin Yunanistan’a karşı bağıra çağıra suçlamalarda bulunmasını ve askeri tehdit çağrıştıran ifadeler kullanmasını çok yadırgıyor.” [66]
      Yunanistan’daki hükümet, uluslar arası kamuoyu önünde ayrılıkçı terör örgütünü destekleyen bir ülke olarak en az terör örgütü kadar suçlu olma suçlamalarından kurtulabilmek için bunun bir hükümet politikası olmadığını ve olaya karışanların cezalandırılacağını göstermeye çalışmıştır. Bu olaylardan sonra Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Yunanistan’ın terörizmi desteklemeyi kestiğinde Türkiye ile Yunanistan’ın terörizmle mücadele konusunda iki ülkenin ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğine ifade edince, Yunanistan Dışişleri Bakanı da buna olumlu cevap vererek memnuniyetini dile getirmiştir.[67]




      SONUÇ:

   
      1990 sonrasında Yunanistan’ın ana hedefi, Güney Kıbrıs Türk Yönetimi’ni, Kıbrıs adasının tümünü temsil edecek şekilde Avrupa Birliği’ne üye yapmaktı. Bu amaç uğrunda Güney Kıbrıs’a yeterince destek vermiş ve sonuç olarak AB’ye üye olmasına olanak sağlamıştır. Türkiye ise AB ile Gümrük Birliği anlaşması imzalamış ve fakat bunun karşılığında Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB üyeliği yolunu bloke etmekten vazgeçmiştir.
     Kıbrıs konusunda amacına ulaşan Yunanistan daha sonra Ege Denizi’nin bir Yunan Denizi haline gelmesi için yoğun bir çaba sarf etmiştir. Yunan karasuları sınırını 12 mil çıkarması durumunda, Ege’deki kıta sahanlığının ve hava sahasının çok büyük bir bölümünün de doğrudan Yunanistan’ın egemenliğine geçeceğinden, bu uygulamaya Türkiye, şiddetle karşı çıkmıştır. Yunanistan, Ege’deki statüsü belirlenmemiş olan adacıkların kendilerine ait olduğunu vurgulamışsa da Türkiye buna çok sert tepki göstermiştir. Kardak Krizi ile Türkiye, Ege Denizi’ne ilişkin politikasında değişikliğe gitmiştir. Kardak vesilesiyle Türkiye, tüm Ege’de adasal statükoyu, Lozan’dan bu yana ilk kez açıkça sorgulamaya başlamıştır. Kardak Krizi’nin zirveye çıkmasında her iki ülkenin kamuoyunun payı büyüktür.
     1990’lı yılların sonunda Atina’nın PKK’ya verdiği destek, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması ile açığa çıkınca iki ülke arasındaki kriz giderek büyümüştür. Türkiye’nin başlardaki sert tepkisi Yunanistan’ın, Türkiye’yi AB yolunda kısmı desteklemesi nedeniyle yumuşamıştır. Türkiye’nin Aralık 1999’da AB adaylığı süreci ve devamında da üyeliği konusunda ortaya çıkan olumlu hava, Yunanistan ile ilişkileri kolaylaştırmıştır. İki ülkenin dışişleri bakanları karşılıklı görüşmelere başlamışsa da karasuları sorunu, kıta sahanlığı sorunu ve Kıbrıs sorunlarında ilerleme sağlanmamıştır. Günümüzde de aynı sorunlar tüm sıcaklığıyla sürmektedir.









KAYNAKLAR:
*Onur Öymen, Silahsız Savaş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007
*Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ VE BÜYÜK GÜÇLER Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, Der Yayınları, İstanbul, 2000
*Çiler Eminer ve Gülden İlkman, Avrupa Birliği ve Kıbrıs, Lefkoşa: Dışişleri Bakanlığı, 1997
*Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birliği’ne Üye Olabilir mi? TBMM, Ankara, Haziran 2001
*Melek Fırat,1990–2001 Yunanistan’la ilişkiler, Baskın Oran (Der.), Türk Dış Politikası Kurtuluş
Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt. 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001
*Melek Fırat, AB-Kıbrıs İlişkileri ve Türkiye’nin Politikaları, Gencer Özkan-Şule Kut (der.), En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Boyut Yayınları, İstanbul, 1998
*Sabahattin İsmail, Kıbrıs'ta Yunan Sorunu (1821–2000), İstanbul
* M. Murat Erdoğan, Hüseyin Bağcı, F. Seda Kundakçı, Türk Medyasında Türk-Yunan İlişkileri ve Avrupalılaşma 1994–2006, TBMM, Ankara, 2008
* Theodoros Katsoufros, Ege Deniziyle İlgili Türk-Yunan Uyuşmazlıkları, Semih Vaner, der, Türk Yunan Uyuşmazlığı, İstanbul, Metis Yayınları, 1990
* Nurcan Özgür, 1989 Sonrası Türkiye-Yunanistan İktisadi İlişkileri; Olanaklar ve Sorunlar, İktisat Dergisi, Sayı:386
* Gülden Ayman, Türk-Yunan İlişkilerinde Güç ve Tehdit, Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul, DER Yayınları, 1998
* Şükrü Sina Gürel, Tarihsel Boyut İçerisinde Türk-Yunan İlişkileri (1821–1993) , Ümit Yayıncılık, Ankara, 1993
* Hüseyin Pazarcı, Ege Denizi’ndeki Türk-Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü, Semih Vaner, der, Türk-Yunan Uyuşmazlığı, İstanbul, Metis Yayınları
* Gülden Ayman, Kardak Krizinin Türk-Yunan İlişkilerine Etkisi, Foreign Policy (Türkiye Baskısı). Yıl:1, sayı:2
* Yüksel İnan ve Sertaç H. Başeren, Kardak Kayalıklarının Statüsü, Ankara, 1997
* Dr. Fuat Aksu, Türk-Yunan ilişkileri, Stratejik Araştırma ve Etüdler Milli Komitesi, Ankara, 2001
* Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Güncelleştirilmiş İkinci Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1991
* Sami Kohen, Bir Kayalık İçin… (mi?), Milliyet, 30 Ocak 1996
* Derya Sazak, Kardak Krizi, Milliyet 30 Ocak
* Yasemin Çongar, ABD’den Savaşmayın Uyarısı, Milliyet, 31 Ocak 1996
* Yalçın Doğan, Savaşa Koşar Adım… Milliyet, 31 Ocak 1996
* Taki Berberakis, Kardak’ta İnat Düğünü, Milliyet, 16 Mayıs 1999
* Taki Berberakis, PKK, Atina’da büro açtı, Milliyet, 1 Mayıs 1998
* Enis Berberoğlu, PKK’nın Paraları Atina Bankalarında, 30 Mayıs 1999
* İsmail Soysal, Atina’nın Tutumuna Seyirci Kalınamaz, Cumhuriyet, 5 Temmuz 1995
* Güneri Cıvaoğlu, Suç Ortaklığı, Milliyet, 23 Şubat 1999
* Sami Kohen, Dış Politikada Sertleşme… , Milliyet, 23 Şubat 1999
* Tolga Şardan, Nairobi’de Çatışabilirdik, Milliyet, 28 Şubat 1999
* Yasemin Çongar, ABD gidişattan rahatsız, 8 Mart 1999


[1] Onur Öymen, Silahsız Savaş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007, s.462
[2] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ VE BÜYÜK GÜÇLER Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, Der Yayınları, İstanbul, 2000, s.298
[3] Onur Öymen, Silahsız Savaş, … … … s.464
[4] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.298–299
[5] Çiler Eminer ve Gülden İlkman, Avrupa Birliği ve Kıbrıs, Lefkoşa: Dışişleri Bakanlığı, 1997, s.39–40
[6] Onur Öymen, Silahsız Savaş, … … … s.466
[7] Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birliği’ne Üye Olabilir mi?, TBMM, Ankara, Haziran 2001, s.17
[8] Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, Güney Kıbrıs Rum … … … , s.19
[9] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.301
[10] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.305
[11] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.303
[12] Melek Fırat,1990–2001 Yunanistan’la ilişkiler, Baskın Oran (Der.), Türk Dış Politikası Kurtuluş
Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt. 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, s.455–463
[13] Melek Fırat, AB-Kıbrıs İlişkileri ve Türkiye’nin Politikaları, Gencer Özkan-Şule Kut (der.), En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Boyut Yayınları, İstanbul, 1998 s.274–275
[14] Sabahattin İsmail, Kıbrıs'ta Yunan Sorunu (1821–2000), İstanbul, s.132
[15] Onur Öymen, Silahsız Savaş, … … …, s.469–470
[16] Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, Güney Kıbrıs Rum… … … , s.21
[17] M. Murat Erdoğan, Hüseyin Bağcı, F. Seda Kundakçı, Türk Medyasında Türk-Yunan İlişkileri ve Avrupalılaşma 1994–2006, TBMM, Ankara, 2008, s.76–77
[18] Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, Güney Kıbrıs Rum… … … , s.23
[19] M. Murat Erdoğan, Hüseyin Bağcı, F. Seda Kundakçı, Türk Medyasında ………s.77-78
[20] Onur Öymen, Silahsız Savaş, … … … s.472
[21] Theodoros Katsoufros, Ege Deniziyle İlgili Türk-Yunan Uyuşmazlıkları, Semih Vaner, der, Türk Yunan Uyuşmazlığı, İstanbul, Metis Yayınları, 1990, s.78–81
[22] Nurcan Özgür, 1989 Sonrası Türkiye-Yunanistan İktisadi İlişkileri; Olanaklar ve Sorunlar, İktisat Dergisi, Sayı:386, s.42-48
[23] Theodoros Katsoufros, Ege Deniziyle………, s.82-83
[24] Gülden Ayman, Türk-Yunan İlişkilerinde Güç ve Tehdit, Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul, DER Yayınları, 1998, s.543–544
[25] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.324
[26] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.326
[27] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.328
[28] Şükrü Sina Gürel, Tarihsel Boyut İçerisinde Türk-Yunan İlişkileri (1821–1993) , Ümit Yayıncılık, Ankara, 1993, s.71
[29] Theodoros Katsoufros, Ege Deniziyle………, s.92
[30] Theodoros Katsoufros, Ege Deniziyle………, s.92-93
[31] Hüseyin Pazarcı, Ege Denizi’ndeki Türk-Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü, Semih Vaner, der, Türk-Yunan Uyuşmazlığı, İstanbul, Metis Yayınları, s.108-109
[32] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.333
[33] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.334
[34] Theodoros Katsoufros, Ege Deniziyle………, s.86
[35] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.336
[36] Gülden Ayman, Kardak Krizinin Türk-Yunan İlişkilerine Etkisi, Foreign Policy (Türkiye Baskısı). Yıl:1, sayı:2, s.116–118
[37] Onur Öymen, Silahsız Savaş, … … … s.480–481
[38] Yüksel İnan ve Sertaç H. Başeren, Kardak Kayalıklarının Statüsü, Ankara, 1997, s.4
[39] Hürriyet, 28 Ocak 1996, s.1
[40] Milliyet, Ege’de Kriz, 30 Ocak 1996, s.18
[41] Sami Kohen, Bir Kayalık İçin… (mi?), Milliyet, 30 Ocak 1996, s.18
[42] Derya Sazak, Kardak Krizi, Milliyet 30 Ocak, s.16
[43] Milliyet, 31 Ocak 1996, s.1
[44] Onur Öymen, Silahsız Savaş, … … … s.484–485
[45] Yasemin Çongar, ABD’den Savaşmayın Uyarısı, Milliyet, 31 Ocak 1996, s.17
[46] Yalçın Doğan, Savaşa Koşar Adım…, Milliyet, 31 Ocak 1996, s.13
[47] Dr. Fuat Aksu, Türk-Yunan ilişkileri, Stratejik Araştırma ve Etüdler Milli Komitesi, Ankara, 2001, s.106
[48] Milliyet, 6 Ekim 1998, s.18
[49] Taki Berberakis, Kardak’ta İnat Düğünü, Milliyet, 16 Mayıs 1999, s.21
[50] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.344
[51] Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Güncelleştirilmiş İkinci Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1991, s.119-120
[52] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.346
[53] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.346-347

[54] Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu, TÜRKİYE-YUNANİSTAN ………, s.347
[55] Taki Berberakis, PKK, Atina’da büro açtı, Milliyet, 1 Mayıs 1998, s.15
[56] Milliyet, 1 Mayıs 1998, s.15
[57] Enis Berberoğlu, PKK’nın Paraları Atina Bankalarında, 30 Mayıs 1999, s.12
[58] İsmail Soysal, Atina’nın Tutumuna Seyirci Kalınamaz, Cumhuriyet, 5 Temmuz 1995, s.10
[59] Dr. Fuat Aksu, Türk-Yunan ilişkileri,… … …, s.207
[60] Milliyet, 23 Şubat 1999, s.1
[61] Güneri Cıvaoğlu, Suç Ortaklığı, Milliyet, 23 Şubat 1999, s.19
[62] Sami Kohen, Dış Politikada Sertleşme… , Milliyet, 23 Şubat 1999, s.18
[63] Cumhuriyet, Türkiye’ye Düşmanca Davranıldı, 13 Mart 1999, s.11
[64] Tolga Şardan, Nairobi’de Çatışabilirdik, Milliyet, 28 Şubat 1999, s.21
[65] Dr. Fuat Aksu, Türk-Yunan ilişkileri,………, s.211
[66] Yasemin Çongar, ABD gidişattan rahatsız, 8 Mart 1999, s.21
[67] Dr. Fuat Aksu, Türk-Yunan ilişkileri……..,s.213

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

TÜRK AMERİKAN İLİŞKİLERİNE GENEL BAKIS(1945-1960)       GİRİŞ:         Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri Atatürk’ün ‘ Y...