SADABAT PAKTI (8 TEMMUZ 1937)
GİRİŞ:
Sadabat Paktı, iki dünya savaşı arasında, Ortadoğu’da barış ve
güvenliği artırmak amacıyla Türkiye, Irak, İran ve Afganistan’ın aralarında
imzaladıkları bir antlaşmadır. 1937 yılında bu
devletler tarafından imzalanan Sadabat Paktı, Ortadoğu bölgesinde büyük devletlerin
etki ve müdahalesi olmaksızın tamamen bölge devletlerinin kendi iradeleriyle ve
Türkiye’nin önderliğinde oluşturulan ilk ve tek bölgesel işbirliği
organizasyonudur. Atatürk döneminde Türkiye’nin Ortadoğu politikasının zirve
noktasını temsil eden bu paktın en temel özelliği özgün ve yerel bir siyasi ve
stratejik organizasyon olmasıdır. Bu özelliği ile Ortadoğu bölgesinde Batı
güdümünde kurulan diğer paktların hiçbirisi Sadabat Paktı gibi bölgede kabul
görmemiş ve dolayısıyla uzun ömürlü ve başarılı olamamıştır.
Makalede, bu paktın Atatürk ‘ün dış
politikada izlediği barışçıl politikalarının bir ürünü olduğu anlatılıyor.
Irak’ın sorunlarını çözmek için Türkiye’nin liderliğinde diğer ülkelerle bir
dostluk antlaşması imzalanması için gösterdiği çaba anlatılıyor. Aynı zamanda
İran’ın bu oluşturulmak istenen pakta katılım nedeni de vurgulanıyor.
Makalenin ilk kısmında oluşturulmak
istenen Sadabat Paktı’nın hazırlık aşaması ve üye olacak devletlerin tutumları anlatılıyor.
Irak ve İran’ın sınır sorunun giderilmesi için yapılan çabalara yer veriliyor.
Büyük devletler olan İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin oluşturulacak yeni pakt
hakkındaki düşünceleri ve istekleri anlatılıyor. İkinci bölümde Irak ve İran
sorunun çözülmesiyle oluşturulan yeni paktın imza serüveni anlatılıyor. Üçüncü
bölümde ise üye devletlerin üzerinde anlaşmış oldukları maddelere yer veriliyor
ve bu antlaşmanın ülke basınlarına nasıl konu edindiği ifade ediliyor.
Sonuç kısmında Sadabat paktının amaçları
ülkelere neler kattığı anlatılıyor. Bu bölümde Sadabat Paktı üzerine genel bir
değerlendirme yapılıyor.
1.SADABAT PAKTINA HAZIRLIK DÖNEMİ
İngiltere ile Irak 30 Haziran 1930 yılında İttifak Antlaşması imzalamıştır.
Bu antlaşmaya göre İngiltere, Irak’a bağımsızlık vermekte olup, onun Milletler
Cemiyeti’ne girmesine destek vereceğini söylemektedir. Buna karşılık Irak’ta
askeri üsler bulunduracak, Irak’ın dış politikasını belirleyecek, Irak’ın ordusunu
eğitme görevini üstlenecektir. Bu ittifak antlaşması Irak’taki muhalefet
tarafından sertçe eleştirilir. Bunun üzerine harekete geçen Irak yönetimi,
İngiltere ile bağlılığını dengelemek için Türkiye ve İran ile siyasi iş birliği
yapmak istiyordu.
Türkiye’nin Irak ile herhangi bir sorunu
yoktu.1926 yılında ‘Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan Musul
antlaşmasıyla ortak sınırın dokunulmazlığı belirtilerek, iyi ilişkiler
kurulmuştur.1 İran
devleti ile Türkiye’deki isyancı grupları sınırın ötesinde koruduğu
gerekçesiyle o dönemde ilişkiler gergindi.1932 yılında yapılan antlaşmalarla
ortam yumuşatılmış ve 16-26 Haziran 1934 tarihlerinde İran Şahı Rıza
Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyaret etmesiyle ilişkiler doruk noktasına ulaşmıştır.
O yıllarda İran ile Irak Şattülarap
sınır sorunu yaşanıyordu. Şattülarap sorunu şuydu: Dicle ve Fırat nehirleri
birleşerek Basra körfezine akar. Nehrin birleştiği noktadan körfeze kadar
uzanan kısmındaki ismi Şattülarap’tır.Şattülarap, İran ile Irak arasındaki sınırı
oluşturur.Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Irak kendisini bu devletin
varisi olarak görerek bu nehir üzerinde hakimiyet iddia etmişti.İran da bu
tutuma şiddetle karşı çıkmıştır. Irak bu sorunun çözümlenmesi için İran ile yapılacak antlaşma için
Türkiye’yi aracı görüyordu.Irak Hükümeti 1933 yılında İran’a bir tarafsızlık
paktı teklif etmişti.İran, bölgede barış ve istikrarı sağlamak , Şattülarap sınır
sorununda avantaj elde etmek amacıyla bu
teklife sıcak bakmıştır.
Türkiye bu gelişmeler yaşanırken İngiltere’nin de oluşturulacak
pakta girmesini istiyordu.
Çünkü 1930
yılındaki İttifak Antlaşması sayesinde İngiltere, Irak’ı kendi amaçları için
komşu ülkelere karşı savaşa sürükleyebileceği endişesi vardı. Türkiye bir
yandan İngiltere’nin oluşturulacak pakta girmesini isterken, diğer yandan
Sovyetler Birliği’nin bu duruma ne diyeceği konusunda nabız yoklamaktaydı.
Çünkü Türkiye ona danışmadan karar verebilecek bir durumda değildi. Doğu’da
oluşturulacak pakta Sovyetler Birliği de katılmalıydı. Türkiye’nin bu görüşleri
doğrultusunda Irak ve İran yetkilileriyle yapılan görüşmelerde, her iki
devletin de bu görüşlere olumlu yaklaştığı görüşü çıkmıştır. İran Dışişleri Bakanı
Kazimi, 2 Ekim 1933 yılında Tahran’a gelen Sovyet Dışişleri Bakan yardımcısı
Karahan ile görüşmelerinde Sovyetlerden olumlu tutum aldığını ve
Afganistan’ında bu pakta olması gerektiğini istediklerini söylemiştir. Irak ise
Başbakanı Nuri Sait ile İngiltere’nin nabzını yoklamıştı ve olumlu bir izlenim
elde ederek altılı paktın oluşabileceğini öngörüyordu.
Türk Dışişleri Bakanlığı’nın Moskova Büyükelçiliği’ne
9 Aralık 1933 yılında yolladığı telgrafla Sovyetler Birliği’nin kesin görüşünü
istemiştir.3 Moskova
Büyükelçisi Hüseyin Ragıp, Moskova Dışişleri Bakan yardımcısı ile konuyu
görüştükten sonra Sovyetlerin teklif yapılması halinde pakta katılacağını
bildirmişti. Aynı
yollarla Türkiye, İngiltere’nin de kesin görüşünü öğrenmek istemiştir. İngiliz
Dışişleri Bakanlığı’nın 20 Ocak 1934 yılında Türkiye Büyükelçiliği’ne
gönderdiği resmi nota da şunları ifade etmiştir:
‘Türkiye
ile İngiltere arasındaki ilişkiler daha fazla güvenceye gerek göstermeyecek
kadar mutluluk vericidir.Bu pakta
taraf olacak devletler ya Milletler Cemiyeti’ne üye sıfatıyla bu örgüt
tarafından korunmakta, ya da Briand-Kellegg Paktı’nın imzacısı bulunmaktadır.Müsteşarımızın
dediği gibi yeni bir pakt bu bağıtlara pek bir şey eklemeyecektir.’
Bu ifadelerle İngiltere’nin pakta girmeye
sıcak bakmadığı anlaşılmıştır.İsmail Soysal’a göre,İngiltere siyasi
anlaşmalarla kendisini bağlama niyetinde değildi.Irak ile yaptığı İttifak
Antlaşması’ndan elde ettiği avantajları kaybetmek istemiyordu.İngiltere, bu
yıllarda Türkiye ile dostluk politikası başlatmıştı.Irak devletini zaten elinde
bulunduruyordu.İran ile Anglo_Iranıan Oil Company ile ilgili sorun çözümlenince
ilişkiler düzeltilmiştir.İngiltere, çok taraflı bir antlaşma yerine bu
ülkelerle ilişkilerini ayrı ayrı sürdürmek istiyordu.Ayrıca üzerinde söz sahibi
olduğu Irak’ın pakta katılmasını engellemeyecektir.
Sovyetler Birliği, o dönemde Türkiye,
İran ve Afganistan ile ilişkileri iyiydi. Doğu’da oluşturulacak yeni bir pakta
itirazı olmadığı gibi teklif edilmesi halinde katılım göstereceğini belirmişti.
Tek önerisi Afganistan’ın da bu pakta katılmasıydı. İngiltere’nin bu pakta
katılmayacağını bildirince, büyük devletlerden Sovyetler Birliği’ne teklif edilmemiştir.
Eğer Sovyetler Birliği’nin, İngiltere’nin katılmadığı bu pakta katılması söz
konusu olursa Irak bu durumu kabullenmezdi ve Pakt kurulmadan dağılma aşamasına
gelebilirdi. Kendisine teklif yapılmayan
Sovyetler Birliği ise paktın kurulmasına engel çıkarmamıştır.
İtalya 1930’lu yıllarda İtalyan Mussolini
yönetiminde saldırgan bir dış politika izliyordu. Mussolini de gözünü Asya ve
Afrika’ya dikmişti. Bu dış politikasının sonucu olarak İtalya, 3 Ekim 1945
yılında Habeşistan’ı işgal etmesi Türkiye ve Suudi Arabistan’ da endişeyle karşılanmıştır.
Irak ve İran aynı kuşkuda değildi. Ama İtalya’nın kurulacak pakta itirazı
yoktu.
Bu da İsmail
Soysal’a göre; Paktın İtalya’nın saldırgan tutumundan değil kendileri arasında
yapılan doğal bir antlaşma olduğunu kanıtlıyordu.
Türkiye’nin Afganistan ile ilişkileri
iyiydi, İran_Afgan ilişkileri de normal seyrindeydi ve Irak Hükümeti’nin de bu
konuda sıkıntısı yoktu. Suudi Arabistan’a yönelik ise; Irak bu devlet ile 1936
yılında Saldırmazlık Antlaşması yapmıştır, onun için katılmasına itirazı yoktu.
Irak, Suudiler lehine Irak ve İran devletlerine görüşlerini iletiyordu. Pakta
katılma hazırlığı yapan Afganistan, Suudi Arabistan’ın pakt devletleriyle ortak
bir sınırı olmamasını savunarak bu duruma mesafeli durmuştur. Bu pakt konusu
uzayınca Cenevre’de görüşmeler yapılmıştı.
Türkiye
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Arası 25 Eylül 1935 yılında Cenevre’den
gönderdiği telgrafta şu ifadelere yer vererek durumu özetliyordu.
‘Eğer
Afganistan antlaşmaya katılmayı kabul ederse, üç imzacı devletin bunu
memnunlukla kabul edeceğini belirten bir imza protokolü hazırlanarak, bu
protokol antlaşma tasarısıyla birlikte
İran tarafından Kabil’e iletilecektir. Tasarının bir örneğini bilgi için Sovyet
Dışişleri Bakanı Litvinof’a verdim ve onayını aldım.Milletler Cemiyeti’ndeki
İngiliz delegesine de bilgi sundum.’
2.SADABAT PAKTI’NIN İMZALANMASI SÜRECİ
2 Ekim 1935 günü Türkiye, Irak ve İran antlaşmanın metni üzerinde anlaşmıştır.
Irak Hükümeti, Afganistan ve Suudi Arabistan’ın henüz kesin karar
vermediğini, İran ve Irak arasında en
önemli sorun olan Şattülarap sorunun çözüme kavuşmadığını gibi nedenleri öne
sürerek paktı imzalamayıp, paktın son şeklini almasına engel oluyordu.1935 yılının Kasım ayında
Afganistan pakta katılmayı kabul etmiştir. Irak ise Suudi Arabistan’ın
katılmasını istemekte ısrarlıydı. Bu ısrarın nedeni; Arap olmayan İran,
Türkiye, Afganistan karşısında ikinci bir Arap devletinin girmesiyle denge
yaratmak istiyordu. Arabistan’da çıkan söylentilerde laik bir yönetime sahip
Türkiye’nin, şeriat yönetimine sahip Suudi Arabistan’ın katılmasına karşıydı.
Türkiye bu söylentilere cevabını Bağdat’a ilettiği telgrafla veriyordu. ‘Türkiye’nin Suudi Arabistan’ın katılmasına bir itirazı yoktur. Yeter ki
İran ve Afganistan da bunu kabul etsin.’
Irak Hükümeti’nin işi geciktirmesinin
nedeni; Ankara’nın Tahran üzerindeki etkisini kullanarak Şattülarap konusunda
Irak lehine bir antlaşma yapılmasını istemesiydi. Bu gelişmeler üzerine Türkiye
bu sorunla ilgilenmeye başlamıştır. Irak_İran görüşmeleri 1936 yılında zora girmişti.
İran Dışişleri Bakanı Sami Tahran’daki Türk elçiliğine,
Türkiye-Irak-İran-Afganistan arasında oluşturulacak paktı imzalayabilmek için
Şattülarap konusunda fedakârlık yaptıkları, Iraklıların sınırı sorununu
çözmeden Paktı imzalamayacaklarını belirtmesinden sonra durum eski haline
döndüğünden dolayı Bağdat’taki heyetlerini geri çekeceklerini bildirdi.
1936 Ekim’inde General Bekir Sıdkı
askeri darbe ile Irak’taki yönetimi ele geçirmiştir. Yeni Irak yönetimi, Atatürk’e
büyük hayranlık duyuyordu. Bu gelişmeler üzerine Türkiye Irak’ı Arap dünyasının liderliği konusunda
destekleyeceklerini bildirerek Bağdat’ın güvenini de kazanmıştı. Nihayetinde
Türk Dışişleri Bakanı’nın teşebbüsleri sonuç vermiş ve Irak, Şattülarap sınırı
üzerindeki ısrarından vazgeçtiğini açıklamıştı. Bu
gelişmeler üzerine Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras 28 Haziran’dan
Tahran’a hareket etmiştir. Nihayet İran ile Irak sınır
arasında Şattülarap üzerindeki sınır ihtilafı 4 Temmuzda iki ülke arasında
akdedilen anlaşma ile çözüme bağlandı. Dışişleri
Bakanı Aras, durumu Türkiye’ye 29 Haziran 1937 günlü telgrafında anlatıyordu.
‘… Sınır uyuşmazlığı çözüldü, Irak
Dışişleri Bakanı Tahran’a davet edildi. Pakt
metnini daha önce onaylanmış olan Sovyetler Birliği’nin Tahran Büyükelçisine
durum bildirildi. Türk Hükümeti’nin de paktın Tahran’da imza edileceğinin
Moskova Büyükelçiliğimiz aracılığı ile Sovyet Hükümeti’ne bildirmesi iyi olur.’
Irak_İran
sınır sorunun çözülmesi, paktın kurulmasını engelleyen en büyük nedeni ortadan kaldırmıştır.
İran_Irak arasındaki antlaşma Türk basınında da geniş yankı buluyordu. Ulus
Gazetesi, Şattülarap meselesinin tarihçesini anlatmış, Türkiye Cumhuriyeti
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın başarısını vurguladıktan sonra bu
antlaşmayla ilgili şu ifadelere yer vermiştir: ‘…Bu antlaşma Şark Paktı’nın imzasına çığır
açtığına göre, bundan böyle Şattülarap,İran’ı Irak’tan ayıran bir hudud
olmaktan çıkarak iki memleket arasında bir dostluk bağı olacaktır.’ Tan
Gazetesi’nde Ahmet Emin Yalman ‘Sulh için Kurduğumuz Temel’ adlı yazısında
dünyanın boşlukta olduğunu, boşluğunda tehlikeye neden olduğunu belirttikten
sonra bu kurulacak paktın barışı getirecek olmasından dolayı dünyaya örnek
olacağını vurgulamıştır. Bu paktın üye olan ülkeler için önemini ise şöyle
anlatıyordu:
‘…Dört memleket arasında imzası beklenen
misak, aradaki yakınlığı ve iş beraberliğini bir kat daha artırmakla
kalmayacaktır. Aynı yolun yolcusu olmak ve birbirimize candan emniyet duymak
sayesinde terakkiye doğru müşterek gidişimizin hızı ve şevki artacaktır.
Emperyalist devletlerin, tabii müttefiki olan cehalet ve taassup bir daha bu
memleketlerin kapısından bakamayacaktır.’
Cumhuriyet
Gazetesi’nde Yunus Nadi; İran Şahı Pehlevi’yi överken, İran ve Türkiye’nin
kardeşliğini birlikte yer almasını vurguluyordu. Onun için bu karar şu anlama
geliyordu:15 ‘…Ehemmiyeti olan
şey şarkın eski ve büyük iki milletinin artık bundan sonra elele kardeşçe
yaşamaya verdikleri karardır.’
2
Temmuz’daki bu antlaşmadan sonra Afganistan Dışişleri Bakanı Muhammed Han,
Tahran’a davet edilmiş ve 8 Temmuz 1937 yılında İran Şahı’nın ‘Sad_Abad’ adlı
sarayında Afganistan, İran, Irak ve Türk Dışişleri Bakanlarınca imzalanmıştır. 16 Falih Rıfkı Atay’a göre; bu dört devletin bu paktı
imzalamasının iki sebebi vardır. İlki, bu devletlerin, memleketlerindeki
insanların refahını yükseltmek ve ülkelerini geliştirme çabasıdır. İkincisi ise
milletler arasındaki barış ve güvenliğin devamını istemeleridir. Falih Rıfkı Atay
aynı makalesinde bu paktın kurulmasında Atatürk iktidarının başarısını
sözleriyle vurguluyordu. Cumhuriyet
Gazetesi de pakt imzalandıktan 13 Temmuz 1937’deki sayısında görüşünü şu
şekilde veriyordu:
‘ …Tahran’da
Sa’dabad sarayında Türkiye, İran, Afganistan ve Irak’ın Hariciye Vekilleri
tarafından imzalanan misakla dünya politikasında yeni bir blok meydan
gelmiştir.Bu muahedenin başlıca ehemmiyeti,bir kaç asırdan beri her türlü harici
felaket ve taarruzlara rağmen bir türlü el ele
vererek beraberce hareket edemeyen Yakınşarkın bu eski milletleri ilk
defa beraber hareket edeceklerdi.’
Yine Cumhuriyet,
Ulus, Tan gibi gazetelerde Mustafa Kemal Atatürk ile üye devletlerin başkanları
arasındaki tebrik telgrafları yer alıyordu. Cumhuriyet Gazetesi, Atatürk ile İran Şahı Pehlevi
arasındaki yazışmaları şu haberle veriyordu. ‘SAADABAD
PAKTI’NIN İMZASINDAN SONRA Majeste Pehlevi ve Atatürk arasında çok samimi
telgraflar teati edildi’.Aynı haberin devamında ise yazışmaların içeriği
ile ilgili şunları yazıyordu. ‘İki Büyük
Devlet Reis bu paktın dört taraf arasındaki samimi ve verimli iş birliği ile
beraber dünya sulhunu takviyeye yapacağı hizmeti tebarüz ettirdiler.’
Sadabat Paktı dünya basınında da ilgi
odağı olmuştur. Afgan, Türk ve İran basınlarında bu gelişmelerden memnuniyet
duyulurken, Irak basında sadece haberler verilmiş, bu konunun övülmesinden kaçınılmıştır.
Fransız Basını, Balkan Antantında olduğu gibi üye devletlerin yabancı
egemenliğinden kurtulmak için imzalandığını, bu paktın Sovyetlerin etkisini
artıracağını yazıyordu. İngiliz basını kurulan paktan memnun değildi. Irak’ın
dış politikadaki serbestliğini kaybedeceğini düşünüyorlardı. Bu görüşleri
Paktın oluşmasından sonra değişmiştir. Amerikan basını da Atatürk’ün ileri
görüşlülüğünden bahsediyordu…
Pakt imzalandıktan sonra paktın Türkiye
için önemini ve ne anlam taşıdığını, neler getirdiğini en iyi anlatan sözler
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ‘a aittir.
‘Bu
pakt Türkiye’ye yeni ne gibi bir şey getirmiştir? İstanbul’un emniyet için
Şahın lütufkâr beyanatı Anadolu’nun dağlarında ve bütün Türklerin kalbinde hala
çınlarken, mümtaz Irak devlet adamlarının bağlılık teminatını daha
kulaklarımızda duyarken ve Afgan rimamdarları da memleketim hakkında birçok
vesilelerle samimi ve vefakar dostluk hislerini ızhar etmiş iken, bu pakt teahhüd itibariyle
mevcuda daha fazla ne ilave edebilir
ki…’. ‘...Bizim için hedef sulhtur.Sulh bizim için vasıta değil bir
hedeftir.Eğer biz kuvvetli olmak istiyorsak bu hem kendimiz için,hem de diğer
dünya aksamı için zaaften nefret ettiğimizdendir.’
Sadabat Paktı, dört devletin kendi
anayasalarına göre kabul edilmesi uzun sürmüş, 10. madde uyarınca işlemler
bitince 25 Haziran 1938 günü yürürlüğe girmiştir.
3.SADABAT PAKTININ HÜKÜMLERİ
Madde 1= Bağıtlı yüksek
tarafları birbirlerinin içişlerine karışmaktan kesinlikle kaçınma siyaseti
izlemeyi yükümlenirler.
Madde 2= Bağıtlı yüksek
taraflar, ortak sınırlarının dokunulmazlığına saygılı olmayı yükümlenirler.
Madde 3= Bağıtlı yüksek
taraflar, ortak çıkarlarını ilgilendiren uluslar arası nitelikteki her türlü
uyuşmazlıklarda, birbirleriyle danışmalarda bulunmak konusunda anlaşmışlardır.
Madde 4= Bağıtlı yüksek
taraflardan her biri, hiçbir durumda, gerek yalnız olarak, gerek bir ya da
birkaç devletle birlikte, içlerinden herhangi birine karşı hiçbir saldırı
eylemine başvurmamayı yükümlenir.
Şunlar saldırı eylemi sayılır:
1. Savaş ilanı;
2. Savaş ilan edilmeksizin de olsa, bir devletin silahlı
kuvvetlerince öteki bir devlet topraklarının istilası;
3. Bir devletin kara, deniz ve hava kuvvetlerince, savaş
ilan edilmeksizin de olsa, öteki devletlerin topraklarına, gemilerine ve
uçaklarına saldırı;
4.
Saldırıya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak yardım
ya da kolaylık;
Şunlar saldırı eylemi sayılmaz:
1.
Meşru savunma hakkını kullanma, başka deyişle, yukarıda
tanımlanan biçimde bir saldırı eylemine karşı koyma;
2.
Milletler Cemiyeti Yasasının 16.Maddesinin
uygulanmasından doğan bir hareket
3.
Milletler Cemiyeti Genel Kurulu ya da Konseyince alınan
bir karar uyarınca ya da Milletler Cemiyeti Yasasının 15.Maddesinin
7.Fıkrasının uygulanması yoluyla yapılan bir hareket yeter ki, bu sonuncu
durumda, söz konusu hareket ilk saldırıya geçen bir devlete karşı yapılmış
olsun;
4.
Bağıtlı yüksek taraflar dışında bir devlet tarafından
saldırıya, istilaya uğrayan ya da Paris’te 27 Ağustos 1928 günü imzalanmış
bulunan Savaştan Vazgeçilmesi Antlaşmasına aykırı olarak, kendisine savaş
açılan bir devlete yardım.
Madde 5= Bağıtlı yüksek
taraflardan biri, bu antlaşmanın 4.maddesinin bozulduğu ya da bozulmak üzere
olduğu kanısına varırsa, sorunu gecikmesizin Milletler Cemiyeti Konseyine
sunacaktır.
Bu hüküm, söz konusu bağıtlı yüksek
tarafın, o koşullarda, gerekli göreceği tüm önlemleri almak hakkını zedelemez.
Madde 6= Eğer Batılı yüksek
taraflardan biri, bir üçüncü devlete karşı saldırıya geçerse, öteki bağıtlı
yüksek taraf, bir önbildiride bulunmaksızın, bu antlaşmaya, saldırıcıyla ilgili
olarak, son verebilecektir.
Madde 7= Bağıtlı yüksek taraflardan
her biri, kendi sınırları içinde öteki bağıtlı tarafların kurumlarını yıkmak,
düzen ve güvenliğini sarsmak ya da hükümet rejimini bozmak amacıyla silahlı
çeteler, birlikler ya da örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini
yükümlenir.
Madde 8= Bağıtlı yüksek
taraflar, kendi aralarında çıkabilecek, nitelik ve kaynağı ne olursa olsun, tüm
uyuşmazlıkların çözülmesi olanağının ancak barışçı yollardan aranması
gerektiğini 27 Ağustos 1928 günlü Savaştan Vazgeçilmesi Antlaşmasıyla zaten
kabul etmiş olduklarından, o hükmü doğrulayarak, bu konuda kendi aralarında
ortaya konulmuş ya da konulacak yöntemlere başvuracaklarını açıklarlar.
Madde 9= Bu antlaşmanın hiçbir
maddesi, Milletler Cemiyeti Yasası uyarınca, Bağıtlı yüksek taraflardan her
birisince üstlenilen yükümleri, her ne konuda olursa olsun, kısıtlar nitelikte
sayılamaz.
Madde 10= Fransızca ve dört
örnek olarak yazılan ve birer örneği bağıtlı yüksek taraflarca alınmış olduğu
doğrulanan bu antlaşma 5 yıl süre için yapılmıştır.
Bu sürenin sonunda bağıtlı yüksek
taraflardan biri tarafından ona son verildiği 6 ay önceden bildirilmedikçe,
antlaşma, bütünüyle, yeniden 5 yıl için uzatılmış sayılacak ve ondan sonra da
bağıtlı taraflardan biri ya da birkaçı tarafından 6 ay öncesinden ona son
verinceye dek, beşer yıllık dönemler için, yürürlükte kalacaktır. Bağıtlı
taraflardan birisiyle bozulan antlaşma öbürleriyle yürürlükte kalır.
Bu paktın 4.maddesi dört paragraf içinde
gösterilmiştir.1934 yılında hazırlanırken ilk paragraf düşünülmüştü ( 1. savaş
ilanı, 2. savaş ilanı olmadan. Silahlı kuvvetlerce saldırı, 3.öbür devletlerin
topraklarına saldırı) . Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras pakt metni
hazırlanırken bunlara 4. paragraf olarak ‘Saldırıya doğrudan doğruya ya da
dolaylı olarak yardım ya da kolaylık’ ifadesini ekleterek olası İngilizlerin
Irak topraklarından saldırması olasılığına karşı önlem aldırmış oluyordu.25
7.maddesi
birbirinin içişlerine karışmamak ve içerideki terör örgütlere üye devletlerin
yardım da bulunmasını engellemek amacındadır. Bu İran ve Irak açısından birbirlerine
karşı tutumlarında önemliydi. 10. maddesi Sadabat Paktının geç imzalamasını
sağlayan maddedir.
Bu maddelerde birbirlerinin içişlerine
karışmamak, sınırların dokunulmazlığı ve saldırmazlık, iyi komşuluk ilişkileri,
Milletler Cemiyeti Yasası’na ve dünya barışına saygı söz konusudur. Bu paktın
savunma paktı olmadığı aşikârdır.
Dışişleri Bakanları, antlaşmayı
imzaladıktan sonra Bakanlar Konseyi’ni kuran bir antlaşma imzalamıştır.8 Temmuz
1937 yılında imzalanan Protokolde şu kararlar alınmıştır:
1.Sadabat paktını imzalamış olan
devletlerin ortak menfaatlerini ilgilendiren meseleler hakkında görüşmek ve
uyumlu hareket edebilmek için senede bir gün Cenevre’de ya da Konsey tarafından
belirlenecek başka bir yerde toplanacaktır.
2.Konsey Başkanlığı alfabe sırasıyla,
Afganistan, Irak, İran ve Türkiye Dışişleri Bakanlarınca üstlenilecektir. İlk
toplantı Tahran’da olduğundan ilk Konsey Başkanı İran Dış İşleri Bakanı olacaktır.
Dönem başkanının nezdinde bir sekreterlik kurulacak ,bunun genel sekreterini
dönem başkanı seçecektir.Diğer devletlerde birer sekreter atayacaklardır.
Protokol imzalandıktan sonra yapılan ilk
toplantıda şu kararlarda uzlaşılmıştır:
1.Eylül ayında Türkiye’den boşalacak
Milletler Cemiyeti Konsey üyeliğine İran’ın aday gösterilmesi, İran’ın süresi
bitince de yerine alfabetik sırayla bu üyeliğin Pakt üyelerine geçmesinin
sağlanması
2. Türkiye’nin, Asya ile Avrupa
arasındaki yararlı faaliyetleri nedeniyle, Türkiye’ye Milletler Konsey’inde
yarı üyeli verilmesine çalışılması.
3. Milletler Cemiyeti’ne uygun olarak
imzalanan Sadabat Paktı’ndan, Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği’nin
haberdar edilmesi.
Sadabat Paktı toplantılarının ikincisi
Tahran’da yapılan protokol gereği Afganistan’ın başkenti Kabil’de yapılacaktı.
Sadabat Paktı’nın üye devletlerinin anayasası gereği onaylanması uzaması sonucunda
Cenevre’de yapılmasına karar verildi. Cenevre’de 17 Eylül 1938 yılında yapılan
toplantıda Avrupa’daki gerginlik ele alınmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’na doğru
yapılacak üçüncü toplantının Kabil’de değil de Tahran da yapılmasını önermiş ve
bu teklif kabul edilmiştir. Bu teklifi söyleme nedeni; İran Şeyhinşahı’nın oğlu
Veliaht Muhammed Rıza’nın 1939 Nisan’ında evlenecek olmasıydı. Orada üye
devletlerin yetkililerin hazır bulunacağından bu teklif olumlu karşılanmıştı.
8
Nisan’da yapılan Konseyin ilk toplantısında Türkiye adına konuşan, yoğun işleri
nedeniyle katılamayan Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun yerine katılan
Gümrük Bakanı Rana Tarhan olmuştur.29 Konuşmasında; Almanya ve İtalya’nın, Polonya ve Romanya’ ya
saldırı ihtimali olduğunu, bu çıkabilecek kargaşada Sadabat Paktı’na üye olan
devletlerin barış yanlısı olduğunu belirtmiştir. Toplantı sonunda yayımlanan
bildiride, genel değerlendirmeler yapıldığı, konuşulan her konuda görüş
birliğine varıldığı ve sonraki Toplantının Afganistan’ın başkenti Kabil’de
yapılacağı ifadeleri yer alıyordu.30 Tahran toplantısı pakt toplantılarının son ayağı olmuştur.
Tahran toplantısının ardından İkinci Dünya Savaşı patlak vermiştir.
Savaştan sonra İran, paktın bir savunma
paktı haline dönüşmesini istiyordu ve paktın tekrar gözden geçirilmesini istemiştir.
Bunun sebebi olarak Sovyetlerin hem Türkiye’ye hem de İran’a saldırabileceği düşüncesiydi.
Pakistan’ında pakta katılmasını istiyordu. İran, Türkiye, Afganistan, Pakistan
grubu ile denge arayışındaydı.
1955 yılında Bağdat Paktı Türkiye, Irak,
Pakistan ve İngiltere arasında imzalanmıştır. Bu pakt Sovyet tehdidine ve
Komünizm sızmasına karşı kurulan bir savunma paktıydı. Bağdat paktı savunma
amaçlı bir pakt olarak kurulsa da 1939 yılından beri toplanamayan Sadabat
Paktını gölgelemiş hatta unutturmuştur.
14 Temmuz 1958 tarihinde İstanbul ‘da
Bağdat Paktı toplantısı yapılacaktı. Türk yetkililer İstanbul’da hava alanında
Iraklı yetkilileri beklerken bir haber gelmişti. Bu habere göre Irak’ta
askerler Kral Faysal ve Başbakan Nuri Sait’in İngiliz yanlısı iktidarını
yıkarak yönetime el koymuştur. Irak’ta işler karışmış ve yeni iktidarda yapılan
antlaşmalardan çekilme kararı almıştır. Bağdat Paktı’ndan çekilme kararını 1959
yılında almıştır. Zaten uykuda olan
Sadabat Paktını da önemsememişlerdir. Bağdat Paktı adını 21 Ağustos 1959
yılında CENTO( Merkezi Antlaşma Teşkilatı, Central Treaty Organizations) olarak
değiştirecekti.
1979 yılındaki İran’da İslam Devrimi meydana
gelmiştir. Devrim yönetiminin ilk işlerinden biri CENTO’dan ayrılmaktı. Bunu da
11 Mart 1979 yılında açıkladığı bildiriyle gerçekleştirdi. Ayrıca bu bildiride
Sadabat Paktı’nın tıpkı CENTO gibi, bölgede üye olan devletlerin değil, büyük
devletlerin çıkarlarını koruma amacını taşıdığı söyleniyordu. Paktan çıkmamış
ama paktın kendisi için ölü bir pakt olduğunu ifade etmiştir.
Afganistan’da 1970’li yılların sonunda komünist
bir iktidarın gelmesiyle birlikte onun da paktla ilgili hiçbir ilgisi
kalmamıştır.22 Eylül 1980 tarihinde Saddam Hüseyin komutasındaki Irak
kuvvetlerinin yeni rejim değiştirmiş İran üzerine saldırması, paktın 4. maddesi
olan saldırmazlık hükmünün ortadan kalkmasını sağlıyordu ve böylece pakt
tamamen sona ermiş sayılıyordu.
SONUÇ:
Sadabat Paktı, Atatürk’ün dış politikasının ürünüdür. Türkiye dış
politikada saldırgan bir politika yerine barışçıl politika izleyerek bölgedeki
devletlerin barışa yönelik bir pakt imzalanmasında önemli rol oynamıştır. Yıllardır
süren İran ve Irak arasındaki Şattülarap sorunu geçici bir süreyle de olsa
çözüme kavuşmasıyla bölgede barış adına önemli bir adım atılmıştı. Bu pakt şunu
gösteriyordu ki Türkiye etrafında dostluk çemberi kurmak istiyordu ve bunun
için de çabalıyordu
1937 yılında Türkiye, İran, Irak ve Afganistan devletleri
arasında imzalanan bu pakt Ortadoğu’da İngiltere ve Sovyetler gibi büyük
güçlerin etkisi olmaksızın tamamen bölge devletlerin oluşturduğu ilk bölgesel
işbirliği organizasyonudur. Bu paktın en temel özelliği özgün ve yerel bir
siyasi ve stratejik organizasyon olmasıdır. Ortadoğu bölgesinde Batı güdümünde
kurulan diğer paktların hiçbirisi Sadabat Paktı kadar uzun ömürlü ve başarılı
olamamıştı.
Sadabat Paktı ne İngiltere’ye, ne Sovyetler Birliği’ne,
ne de İtalya’ya karşı bir paktır. Çünkü paktın kuruluş aşamasında hem
Sovyetlerle hem İngilizlerle görüşülmüştür. Nitekim İngiltere; Irak’ı himayesi
altına tutuyordu ve ona karşı kurulacak bir örgütün içerisine himayesi
altındaki ülkenin girmesini engellemeye çalışırdı. Sovyetlere yönelik olsa,
Sovyetlerin katılması istediği Afganistan’ın alınmasına karşı çıkılırdı. Pakt
üzerinde anlaşma sağlanan yılda İtalya’nın Habeşistan’a saldırması tamamen tesadüftür.
Çünkü Türkiye, Irak ve İran 1930’lı yılların başından beri ortak zemin için
çabalıyorlardı.
1935 yılında
oluşturulacak pakt üzerinde anlaşınca devletler, doğu ülkelerinin dayanışması
olarak Arap ülkelerine umut vermiş, Sovyetlerden destek görmüş, İngiltere ve
Fransa mesafeli yaklaşmışlardı.1937 yılında imzaya döküldüğünde Avrupa’da
değişen siyasi şartlardan ötürü, bu sefer İngiltere paktı desteklemeye
başlamış, Sovyetler endişe duymuştur.
Maddelerinden de anlaşılacağı gibi pakt
saldırmazlık antlaşmasıydı. Bir askeri savunma paktı değildi. Birbirlerine
karşı saldırmazlık, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerde bulunmama gibi, iyi komşuluk
ilişkilerinde bulunma gibi iyi niyet ilişkilerine bağlı bir barış
antlaşmasıydı.
Sadabat Paktı, kurulduktan sonra ortaya çıkan
Bakanlar Konseyi sadece üç defa toplanabilmiştir. Son toplantısını Tahran’da
yaptıktan sonra araya İkinci Dünya Savaşı girmiş değişen faktörler dolayısıyla
bir daha toplanamamıştır. İlginçtir ki paktın ikinci ve üçüncü toplantıları hep
Afganistan’da yapılması gerekirken, ilkinde antlaşmanın ülke anayasalarına göre
kabul edilme süresi uzadığından Cenevre’de yapılmış, sonraki İse İran’da
Veliaht Muhammed Rıza’nın düğünü nedeniyle de Tahran’da
toplanılmıştır.
Sadabat
Paktı’nın imzalanması Türk ve Dünya basınında geniş yer bularak ne kadar
önemli bir
antlaşma olduğunun göstergesiydi. Türk basınında bu paktan duyulan memnuniyet
tüm gazetelerde yer almıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında
toplanamayan pakt, 1955 yılında kurulan Bağdat Paktı’nın iyice
gölgesi altında unutulmaya başlanmıştır.Ve sonuçta Irak’taki darbe sonucuyla
önce Irak Devleti, sonrasında İslam Devrimi’ni yaşayan İran paktın ölü olduğunu
belli eden tutumlar sergilemişlerdir.1980 yılında Irak’ın İran’a saldırmasıyla
pakt tarihe karışmıştır.
KAYNAKÇA:
İsmail Soysal,1937 Sadabat Paktı adlı kitaptaki makalesi
,Türk Tarih Kurumu Basımevi 1994
Doç.dr.Mustafa Sıtkı Bilgin, Sadabad Paktı ve Günümüz
Bölge Politikaları İçin Önemi, http://www.tesam.net/Yazilar.asp?yazi=goster&yazine=29
Tevfik Rüştü Aras, Görüşlerim, Tan Basımevi, Ankara, 1956
A.Şükrü Esmer, İran-Irak hudud anlaşması makalesi, Ulus
Gazetesi 2 Temmuz 1937
Ahmet Emin Yalman, Sulh
için Kurduğumuz Temel, Tan Gazetesi ,2 Temmuz 1937
Yunus Nadi, Tahran
Görüşmeleri ve Şark Misakı, Cumhuriyet Gazetesi, 4 Temmuz 1937
Falih Rıfkı
Atay, Şark Paktı, Ulus Gazetesi, 6 Temmuz
1937
Tevfik Rüştü Aras’ın
Nutku, Ulus Gazetesi 12 Temmuz 1937
Cumhuriyet
Gazetesi, 11 Temmuz 1937
Cumhuriyet
Gazetesi, 13 Temmuz 1937
Ulus Gazetesi, 2
Temmuz 1937
Tan Gazetesi , 11 Temmuz 1937
Ayın Tarihi , Ağustos 1937
Ayın Tarihi, Eylül 1938
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder