16 Şubat 2018 Cuma

SADABAT PAKTI (8 TEMMUZ 1937)


SADABAT PAKTI (8 TEMMUZ 1937)

      GİRİŞ:

       
       Sadabat Paktı, iki dünya savaşı arasında, Ortadoğu’da barış ve güvenliği artırmak amacıyla Türkiye, Irak, İran ve Afganistan’ın aralarında imzaladıkları bir antlaşmadır. 1937 yılında bu devletler tarafından imzalanan Sadabat Paktı, Ortadoğu bölgesinde büyük devletlerin etki ve müdahalesi olmaksızın tamamen bölge devletlerinin kendi iradeleriyle ve Türkiye’nin önderliğinde oluşturulan ilk ve tek bölgesel işbirliği organizasyonudur. Atatürk döneminde Türkiye’nin Ortadoğu politikasının zirve noktasını temsil eden bu paktın en temel özelliği özgün ve yerel bir siyasi ve stratejik organizasyon olmasıdır. Bu özelliği ile Ortadoğu bölgesinde Batı güdümünde kurulan diğer paktların hiçbirisi Sadabat Paktı gibi bölgede kabul görmemiş ve dolayısıyla uzun ömürlü ve başarılı olamamıştır.
       Makalede, bu paktın Atatürk ‘ün dış politikada izlediği barışçıl politikalarının bir ürünü olduğu anlatılıyor. Irak’ın sorunlarını çözmek için Türkiye’nin liderliğinde diğer ülkelerle bir dostluk antlaşması imzalanması için gösterdiği çaba anlatılıyor. Aynı zamanda İran’ın bu oluşturulmak istenen pakta katılım nedeni de vurgulanıyor.
      Makalenin ilk kısmında oluşturulmak istenen Sadabat Paktı’nın hazırlık aşaması ve üye olacak devletlerin tutumları anlatılıyor. Irak ve İran’ın sınır sorunun giderilmesi için yapılan çabalara yer veriliyor. Büyük devletler olan İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin oluşturulacak yeni pakt hakkındaki düşünceleri ve istekleri anlatılıyor. İkinci bölümde Irak ve İran sorunun çözülmesiyle oluşturulan yeni paktın imza serüveni anlatılıyor. Üçüncü bölümde ise üye devletlerin üzerinde anlaşmış oldukları maddelere yer veriliyor ve bu antlaşmanın ülke basınlarına nasıl konu edindiği ifade ediliyor.
       Sonuç kısmında Sadabat paktının amaçları ülkelere neler kattığı anlatılıyor. Bu bölümde Sadabat Paktı üzerine genel bir değerlendirme yapılıyor.






       1.SADABAT PAKTINA HAZIRLIK DÖNEMİ
       İngiltere ile Irak 30 Haziran 1930 yılında İttifak Antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşmaya göre İngiltere, Irak’a bağımsızlık vermekte olup, onun Milletler Cemiyeti’ne girmesine destek vereceğini söylemektedir. Buna karşılık Irak’ta askeri üsler bulunduracak, Irak’ın dış politikasını belirleyecek, Irak’ın ordusunu eğitme görevini üstlenecektir. Bu ittifak antlaşması Irak’taki muhalefet tarafından sertçe eleştirilir. Bunun üzerine harekete geçen Irak yönetimi, İngiltere ile bağlılığını dengelemek için Türkiye ve İran ile siyasi iş birliği yapmak istiyordu.
      Türkiye’nin Irak ile herhangi bir sorunu yoktu.1926 yılında ‘Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan Musul antlaşmasıyla ortak sınırın dokunulmazlığı belirtilerek, iyi ilişkiler kurulmuştur.1 İran devleti ile Türkiye’deki isyancı grupları sınırın ötesinde koruduğu gerekçesiyle o dönemde ilişkiler gergindi.1932 yılında yapılan antlaşmalarla ortam yumuşatılmış ve 16-26 Haziran 1934 tarihlerinde İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyaret etmesiyle ilişkiler doruk noktasına ulaşmıştır.
       O yıllarda İran ile Irak Şattülarap sınır sorunu yaşanıyordu. Şattülarap sorunu şuydu: Dicle ve Fırat nehirleri birleşerek Basra körfezine akar. Nehrin birleştiği noktadan körfeze kadar uzanan kısmındaki ismi Şattülarap’tır.Şattülarap, İran ile Irak arasındaki sınırı oluşturur.Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Irak kendisini bu devletin varisi olarak görerek bu nehir üzerinde hakimiyet iddia etmişti.İran da bu tutuma şiddetle karşı çıkmıştır. Irak bu sorunun çözümlenmesi için İran ile yapılacak antlaşma için Türkiye’yi aracı görüyordu.Irak Hükümeti 1933 yılında İran’a bir tarafsızlık paktı teklif etmişti.İran, bölgede barış ve istikrarı sağlamak , Şattülarap sınır sorununda avantaj elde etmek amacıyla  bu teklife sıcak bakmıştır.
      Türkiye bu gelişmeler yaşanırken İngiltere’nin de oluşturulacak pakta girmesini istiyordu.
Çünkü 1930 yılındaki İttifak Antlaşması sayesinde İngiltere, Irak’ı kendi amaçları için komşu ülkelere karşı savaşa sürükleyebileceği endişesi vardı. Türkiye bir yandan İngiltere’nin oluşturulacak pakta girmesini isterken, diğer yandan Sovyetler Birliği’nin bu duruma ne diyeceği konusunda nabız yoklamaktaydı. Çünkü Türkiye ona danışmadan karar verebilecek bir durumda değildi. Doğu’da oluşturulacak pakta Sovyetler Birliği de katılmalıydı. Türkiye’nin bu görüşleri doğrultusunda Irak ve İran yetkilileriyle yapılan görüşmelerde, her iki devletin de bu görüşlere olumlu yaklaştığı görüşü çıkmıştır. İran Dışişleri Bakanı Kazimi, 2 Ekim 1933 yılında Tahran’a gelen Sovyet Dışişleri Bakan yardımcısı Karahan ile görüşmelerinde Sovyetlerden olumlu tutum aldığını ve Afganistan’ında bu pakta olması gerektiğini istediklerini söylemiştir. Irak ise Başbakanı Nuri Sait ile İngiltere’nin nabzını yoklamıştı ve olumlu bir izlenim elde ederek altılı paktın oluşabileceğini öngörüyordu.
      Türk Dışişleri Bakanlığı’nın Moskova Büyükelçiliği’ne 9 Aralık 1933 yılında yolladığı telgrafla Sovyetler Birliği’nin kesin görüşünü istemiştir.3 Moskova Büyükelçisi Hüseyin Ragıp, Moskova Dışişleri Bakan yardımcısı ile konuyu görüştükten sonra Sovyetlerin teklif yapılması halinde pakta katılacağını bildirmişti. Aynı yollarla Türkiye, İngiltere’nin de kesin görüşünü öğrenmek istemiştir. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın 20 Ocak 1934 yılında Türkiye Büyükelçiliği’ne gönderdiği resmi nota da şunları ifade etmiştir:
      Türkiye ile İngiltere arasındaki ilişkiler daha fazla güvenceye gerek göstermeyecek kadar    mutluluk vericidir.Bu pakta taraf olacak devletler ya Milletler Cemiyeti’ne üye sıfatıyla bu örgüt tarafından korunmakta, ya da Briand-Kellegg Paktı’nın imzacısı bulunmaktadır.Müsteşarımızın dediği gibi yeni bir pakt bu bağıtlara pek bir şey eklemeyecektir.’
      Bu ifadelerle İngiltere’nin pakta girmeye sıcak bakmadığı anlaşılmıştır.İsmail Soysal’a göre,İngiltere siyasi anlaşmalarla kendisini bağlama niyetinde değildi.Irak ile yaptığı İttifak Antlaşması’ndan elde ettiği avantajları kaybetmek istemiyordu.İngiltere, bu yıllarda Türkiye ile dostluk politikası başlatmıştı.Irak devletini zaten elinde bulunduruyordu.İran ile Anglo_Iranıan Oil Company ile ilgili sorun çözümlenince ilişkiler düzeltilmiştir.İngiltere, çok taraflı bir antlaşma yerine bu ülkelerle ilişkilerini ayrı ayrı sürdürmek istiyordu.Ayrıca üzerinde söz sahibi olduğu Irak’ın pakta katılmasını engellemeyecektir.
       Sovyetler Birliği, o dönemde Türkiye, İran ve Afganistan ile ilişkileri iyiydi. Doğu’da oluşturulacak yeni bir pakta itirazı olmadığı gibi teklif edilmesi halinde katılım göstereceğini belirmişti. Tek önerisi Afganistan’ın da bu pakta katılmasıydı. İngiltere’nin bu pakta katılmayacağını bildirince, büyük devletlerden Sovyetler Birliği’ne teklif edilmemiştir. Eğer Sovyetler Birliği’nin, İngiltere’nin katılmadığı bu pakta katılması söz konusu olursa Irak bu durumu kabullenmezdi ve Pakt kurulmadan dağılma aşamasına gelebilirdi. Kendisine teklif yapılmayan Sovyetler Birliği ise paktın kurulmasına engel çıkarmamıştır.
       İtalya 1930’lu yıllarda İtalyan Mussolini yönetiminde saldırgan bir dış politika izliyordu. Mussolini de gözünü Asya ve Afrika’ya dikmişti. Bu dış politikasının sonucu olarak İtalya, 3 Ekim 1945 yılında Habeşistan’ı işgal etmesi Türkiye ve Suudi Arabistan’ da endişeyle karşılanmıştır. Irak ve İran aynı kuşkuda değildi. Ama İtalya’nın kurulacak pakta itirazı yoktu.
Bu da İsmail Soysal’a göre; Paktın İtalya’nın saldırgan tutumundan değil kendileri arasında yapılan doğal bir antlaşma olduğunu kanıtlıyordu.
      Türkiye’nin Afganistan ile ilişkileri iyiydi, İran_Afgan ilişkileri de normal seyrindeydi ve Irak Hükümeti’nin de bu konuda sıkıntısı yoktu. Suudi Arabistan’a yönelik ise; Irak bu devlet ile 1936 yılında Saldırmazlık Antlaşması yapmıştır, onun için katılmasına itirazı yoktu. Irak, Suudiler lehine Irak ve İran devletlerine görüşlerini iletiyordu. Pakta katılma hazırlığı yapan Afganistan, Suudi Arabistan’ın pakt devletleriyle ortak bir sınırı olmamasını savunarak bu duruma mesafeli durmuştur. Bu pakt konusu uzayınca Cenevre’de görüşmeler yapılmıştı.
Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Arası 25 Eylül 1935 yılında Cenevre’den gönderdiği telgrafta şu ifadelere yer vererek durumu özetliyordu.
      Eğer Afganistan antlaşmaya katılmayı kabul ederse, üç imzacı devletin bunu memnunlukla kabul edeceğini belirten bir imza protokolü hazırlanarak, bu protokol antlaşma tasarısıyla birlikte İran tarafından Kabil’e iletilecektir. Tasarının bir örneğini bilgi için Sovyet Dışişleri Bakanı Litvinof’a verdim ve onayını aldım.Milletler Cemiyeti’ndeki İngiliz delegesine de bilgi sundum.’
      













       2.SADABAT PAKTI’NIN İMZALANMASI SÜRECİ
       2 Ekim 1935 günü Türkiye, Irak ve İran antlaşmanın metni üzerinde anlaşmıştır. Irak Hükümeti, Afganistan ve Suudi Arabistan’ın henüz kesin karar vermediğini,  İran ve Irak arasında en önemli sorun olan Şattülarap sorunun çözüme kavuşmadığını gibi nedenleri öne sürerek paktı imzalamayıp, paktın son şeklini almasına engel oluyordu.1935 yılının Kasım ayında Afganistan pakta katılmayı kabul etmiştir. Irak ise Suudi Arabistan’ın katılmasını istemekte ısrarlıydı. Bu ısrarın nedeni; Arap olmayan İran, Türkiye, Afganistan karşısında ikinci bir Arap devletinin girmesiyle denge yaratmak istiyordu. Arabistan’da çıkan söylentilerde laik bir yönetime sahip Türkiye’nin, şeriat yönetimine sahip Suudi Arabistan’ın katılmasına karşıydı. Türkiye bu söylentilere cevabını Bağdat’a ilettiği telgrafla veriyordu. ‘Türkiye’nin Suudi Arabistan’ın katılmasına bir itirazı yoktur. Yeter ki İran ve Afganistan da bunu kabul etsin.’
       Irak Hükümeti’nin işi geciktirmesinin nedeni; Ankara’nın Tahran üzerindeki etkisini kullanarak Şattülarap konusunda Irak lehine bir antlaşma yapılmasını istemesiydi. Bu gelişmeler üzerine Türkiye bu sorunla ilgilenmeye başlamıştır. Irak_İran görüşmeleri 1936 yılında zora girmişti. İran Dışişleri Bakanı Sami Tahran’daki Türk elçiliğine, Türkiye-Irak-İran-Afganistan arasında oluşturulacak paktı imzalayabilmek için Şattülarap konusunda fedakârlık yaptıkları, Iraklıların sınırı sorununu çözmeden Paktı imzalamayacaklarını belirtmesinden sonra durum eski haline döndüğünden dolayı Bağdat’taki heyetlerini geri çekeceklerini bildirdi.
       1936 Ekim’inde General Bekir Sıdkı askeri darbe ile Irak’taki yönetimi ele geçirmiştir. Yeni Irak yönetimi, Atatürk’e büyük hayranlık duyuyordu. Bu gelişmeler üzerine Türkiye Irak’ı Arap dünyasının liderliği konusunda destekleyeceklerini bildirerek Bağdat’ın güvenini de kazanmıştı. Nihayetinde Türk Dışişleri Bakanı’nın teşebbüsleri sonuç vermiş ve Irak, Şattülarap sınırı üzerindeki ısrarından vazgeçtiğini açıklamıştıBu gelişmeler üzerine Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras 28 Haziran’dan Tahran’a hareket etmiştir. Nihayet İran ile Irak sınır arasında Şattülarap üzerindeki sınır ihtilafı 4 Temmuzda iki ülke arasında akdedilen anlaşma ile çözüme bağlandı. Dışişleri Bakanı Aras, durumu Türkiye’ye 29 Haziran 1937 günlü telgrafında anlatıyordu. ‘… Sınır uyuşmazlığı çözüldü, Irak Dışişleri Bakanı Tahran’a davet edildi. Pakt metnini daha önce onaylanmış olan Sovyetler Birliği’nin Tahran Büyükelçisine durum bildirildi. Türk Hükümeti’nin de paktın Tahran’da imza edileceğinin Moskova Büyükelçiliğimiz aracılığı ile Sovyet Hükümeti’ne bildirmesi iyi olur.’
       Irak_İran sınır sorunun çözülmesi, paktın kurulmasını engelleyen en büyük nedeni ortadan kaldırmıştır. İran_Irak arasındaki antlaşma Türk basınında da geniş yankı buluyordu. Ulus Gazetesi, Şattülarap meselesinin tarihçesini anlatmış, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın başarısını vurguladıktan sonra bu antlaşmayla ilgili şu ifadelere yer vermiştir: …Bu antlaşma Şark Paktı’nın imzasına çığır açtığına göre, bundan böyle Şattülarap,İran’ı Irak’tan ayıran bir hudud olmaktan çıkarak iki memleket arasında bir dostluk bağı olacaktır.’ Tan Gazetesi’nde Ahmet Emin Yalman ‘Sulh için Kurduğumuz Temel’ adlı yazısında dünyanın boşlukta olduğunu, boşluğunda tehlikeye neden olduğunu belirttikten sonra bu kurulacak paktın barışı getirecek olmasından dolayı dünyaya örnek olacağını vurgulamıştır. Bu paktın üye olan ülkeler için önemini ise şöyle anlatıyordu: 
       ‘…Dört memleket arasında imzası beklenen misak, aradaki yakınlığı ve iş beraberliğini bir kat daha artırmakla kalmayacaktır. Aynı yolun yolcusu olmak ve birbirimize candan emniyet duymak sayesinde terakkiye doğru müşterek gidişimizin hızı ve şevki artacaktır. Emperyalist devletlerin, tabii müttefiki olan cehalet ve taassup bir daha bu memleketlerin kapısından bakamayacaktır.’
       Cumhuriyet Gazetesi’nde Yunus Nadi; İran Şahı Pehlevi’yi överken, İran ve Türkiye’nin kardeşliğini birlikte yer almasını vurguluyordu. Onun için bu karar şu anlama geliyordu:15 ‘…Ehemmiyeti olan şey şarkın eski ve büyük iki milletinin artık bundan sonra elele kardeşçe yaşamaya verdikleri karardır.’
     2 Temmuz’daki bu antlaşmadan sonra Afganistan Dışişleri Bakanı Muhammed Han, Tahran’a davet edilmiş ve 8 Temmuz 1937 yılında İran Şahı’nın ‘Sad_Abad’ adlı sarayında Afganistan, İran, Irak ve Türk Dışişleri Bakanlarınca imzalanmıştır. 16 Falih Rıfkı Atay’a göre; bu dört devletin bu paktı imzalamasının iki sebebi vardır. İlki, bu devletlerin, memleketlerindeki insanların refahını yükseltmek ve ülkelerini geliştirme çabasıdır. İkincisi ise milletler arasındaki barış ve güvenliğin devamını istemeleridir. Falih Rıfkı Atay aynı makalesinde bu paktın kurulmasında Atatürk iktidarının başarısını sözleriyle vurguluyordu. Cumhuriyet Gazetesi de pakt imzalandıktan 13 Temmuz 1937’deki sayısında görüşünü şu şekilde veriyordu:
       ‘ …Tahran’da Sa’dabad sarayında Türkiye, İran, Afganistan ve Irak’ın Hariciye Vekilleri tarafından imzalanan misakla dünya politikasında yeni bir blok meydan gelmiştir.Bu muahedenin başlıca ehemmiyeti,bir kaç asırdan beri her türlü harici felaket ve taarruzlara rağmen bir türlü el ele  vererek beraberce hareket edemeyen Yakınşarkın bu eski milletleri ilk defa  beraber hareket edeceklerdi.’
Yine Cumhuriyet, Ulus, Tan gibi gazetelerde Mustafa Kemal Atatürk ile üye devletlerin başkanları arasındaki tebrik telgrafları yer alıyordu. Cumhuriyet Gazetesi, Atatürk ile İran Şahı Pehlevi arasındaki yazışmaları şu haberle veriyordu. ‘SAADABAD PAKTI’NIN İMZASINDAN SONRA Majeste Pehlevi ve Atatürk arasında çok samimi telgraflar teati edildi’.Aynı haberin devamında ise yazışmaların içeriği ile ilgili şunları yazıyordu. ‘İki Büyük Devlet Reis bu paktın dört taraf arasındaki samimi ve verimli iş birliği ile beraber dünya sulhunu takviyeye yapacağı hizmeti tebarüz ettirdiler.’
       Sadabat Paktı dünya basınında da ilgi odağı olmuştur. Afgan, Türk ve İran basınlarında bu gelişmelerden memnuniyet duyulurken, Irak basında sadece haberler verilmiş, bu konunun övülmesinden kaçınılmıştır. Fransız Basını, Balkan Antantında olduğu gibi üye devletlerin yabancı egemenliğinden kurtulmak için imzalandığını, bu paktın Sovyetlerin etkisini artıracağını yazıyordu. İngiliz basını kurulan paktan memnun değildi. Irak’ın dış politikadaki serbestliğini kaybedeceğini düşünüyorlardı. Bu görüşleri Paktın oluşmasından sonra değişmiştir. Amerikan basını da Atatürk’ün ileri görüşlülüğünden bahsediyordu…
       Pakt imzalandıktan sonra paktın Türkiye için önemini ve ne anlam taşıdığını, neler getirdiğini en iyi anlatan sözler Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ‘a aittir.  
       Bu pakt Türkiye’ye yeni ne gibi bir şey getirmiştir? İstanbul’un emniyet için Şahın lütufkâr beyanatı Anadolu’nun dağlarında ve bütün Türklerin kalbinde hala çınlarken, mümtaz Irak devlet adamlarının bağlılık teminatını daha kulaklarımızda duyarken ve Afgan rimamdarları da memleketim hakkında birçok vesilelerle samimi ve vefakar dostluk hislerini ızhar etmiş iken, bu pakt teahhüd itibariyle mevcuda  daha fazla ne ilave edebilir ki…’. ‘...Bizim için hedef sulhtur.Sulh bizim için vasıta değil bir hedeftir.Eğer biz kuvvetli olmak istiyorsak bu hem kendimiz için,hem de diğer dünya aksamı için zaaften nefret ettiğimizdendir.’
      Sadabat Paktı, dört devletin kendi anayasalarına göre kabul edilmesi uzun sürmüş, 10. madde uyarınca işlemler bitince 25 Haziran 1938 günü yürürlüğe girmiştir.



























       3.SADABAT PAKTININ HÜKÜMLERİ 

Madde 1= Bağıtlı yüksek tarafları birbirlerinin içişlerine karışmaktan kesinlikle kaçınma siyaseti izlemeyi yükümlenirler.
Madde 2= Bağıtlı yüksek taraflar, ortak sınırlarının dokunulmazlığına saygılı olmayı yükümlenirler.
Madde 3= Bağıtlı yüksek taraflar, ortak çıkarlarını ilgilendiren uluslar arası nitelikteki her türlü uyuşmazlıklarda, birbirleriyle danışmalarda bulunmak konusunda anlaşmışlardır.
Madde 4= Bağıtlı yüksek taraflardan her biri, hiçbir durumda, gerek yalnız olarak, gerek bir ya da birkaç devletle birlikte, içlerinden herhangi birine karşı hiçbir saldırı eylemine başvurmamayı yükümlenir.
     
       Şunlar saldırı eylemi sayılır:
1.     Savaş ilanı;
2.    Savaş ilan edilmeksizin de olsa, bir devletin silahlı kuvvetlerince öteki bir devlet topraklarının istilası;
3.  Bir devletin kara, deniz ve hava kuvvetlerince, savaş ilan edilmeksizin de olsa, öteki devletlerin topraklarına, gemilerine ve uçaklarına saldırı;
4.      Saldırıya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak yardım ya da kolaylık;

       Şunlar saldırı eylemi sayılmaz:
1.      Meşru savunma hakkını kullanma, başka deyişle, yukarıda tanımlanan biçimde bir saldırı eylemine karşı koyma;
2.      Milletler Cemiyeti Yasasının 16.Maddesinin uygulanmasından doğan bir hareket
3.      Milletler Cemiyeti Genel Kurulu ya da Konseyince alınan bir karar uyarınca ya da Milletler Cemiyeti Yasasının 15.Maddesinin 7.Fıkrasının uygulanması yoluyla yapılan bir hareket yeter ki, bu sonuncu durumda, söz konusu hareket ilk saldırıya geçen bir devlete karşı yapılmış olsun;
4.      Bağıtlı yüksek taraflar dışında bir devlet tarafından saldırıya, istilaya uğrayan ya da Paris’te 27 Ağustos 1928 günü imzalanmış bulunan Savaştan Vazgeçilmesi Antlaşmasına aykırı olarak, kendisine savaş açılan bir devlete yardım.  



Madde 5= Bağıtlı yüksek taraflardan biri, bu antlaşmanın 4.maddesinin bozulduğu ya da bozulmak üzere olduğu kanısına varırsa, sorunu gecikmesizin Milletler Cemiyeti Konseyine sunacaktır.
       Bu hüküm, söz konusu bağıtlı yüksek tarafın, o koşullarda, gerekli göreceği tüm önlemleri almak hakkını zedelemez.

Madde 6= Eğer Batılı yüksek taraflardan biri, bir üçüncü devlete karşı saldırıya geçerse, öteki bağıtlı yüksek taraf, bir önbildiride bulunmaksızın, bu antlaşmaya, saldırıcıyla ilgili olarak, son verebilecektir.

Madde 7= Bağıtlı yüksek taraflardan her biri, kendi sınırları içinde öteki bağıtlı tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak ya da hükümet rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler ya da örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini yükümlenir.

Madde 8= Bağıtlı yüksek taraflar, kendi aralarında çıkabilecek, nitelik ve kaynağı ne olursa olsun, tüm uyuşmazlıkların çözülmesi olanağının ancak barışçı yollardan aranması gerektiğini 27 Ağustos 1928 günlü Savaştan Vazgeçilmesi Antlaşmasıyla zaten kabul etmiş olduklarından, o hükmü doğrulayarak, bu konuda kendi aralarında ortaya konulmuş ya da konulacak yöntemlere başvuracaklarını açıklarlar.

Madde 9= Bu antlaşmanın hiçbir maddesi, Milletler Cemiyeti Yasası uyarınca, Bağıtlı yüksek taraflardan her birisince üstlenilen yükümleri, her ne konuda olursa olsun, kısıtlar nitelikte sayılamaz.

Madde 10= Fransızca ve dört örnek olarak yazılan ve birer örneği bağıtlı yüksek taraflarca alınmış olduğu doğrulanan bu antlaşma 5 yıl süre için yapılmıştır.
       Bu sürenin sonunda bağıtlı yüksek taraflardan biri tarafından ona son verildiği 6 ay önceden bildirilmedikçe, antlaşma, bütünüyle, yeniden 5 yıl için uzatılmış sayılacak ve ondan sonra da bağıtlı taraflardan biri ya da birkaçı tarafından 6 ay öncesinden ona son verinceye dek, beşer yıllık dönemler için, yürürlükte kalacaktır. Bağıtlı taraflardan birisiyle bozulan antlaşma öbürleriyle yürürlükte kalır.



       Bu paktın 4.maddesi dört paragraf içinde gösterilmiştir.1934 yılında hazırlanırken ilk paragraf düşünülmüştü ( 1. savaş ilanı, 2. savaş ilanı olmadan. Silahlı kuvvetlerce saldırı, 3.öbür devletlerin topraklarına saldırı) . Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras pakt metni hazırlanırken bunlara 4. paragraf olarak ‘Saldırıya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak yardım ya da kolaylık’ ifadesini ekleterek olası İngilizlerin Irak topraklarından saldırması olasılığına karşı önlem aldırmış oluyordu.25
       7.maddesi birbirinin içişlerine karışmamak ve içerideki terör örgütlere üye devletlerin yardım da bulunmasını engellemek amacındadır. Bu İran ve Irak açısından birbirlerine karşı tutumlarında önemliydi. 10. maddesi Sadabat Paktının geç imzalamasını sağlayan maddedir.
       Bu maddelerde birbirlerinin içişlerine karışmamak, sınırların dokunulmazlığı ve saldırmazlık, iyi komşuluk ilişkileri, Milletler Cemiyeti Yasası’na ve dünya barışına saygı söz konusudur. Bu paktın savunma paktı olmadığı aşikârdır.
       Dışişleri Bakanları, antlaşmayı imzaladıktan sonra Bakanlar Konseyi’ni kuran bir antlaşma imzalamıştır.8 Temmuz 1937 yılında imzalanan Protokolde şu kararlar alınmıştır:
       1.Sadabat paktını imzalamış olan devletlerin ortak menfaatlerini ilgilendiren meseleler hakkında görüşmek ve uyumlu hareket edebilmek için senede bir gün Cenevre’de ya da Konsey tarafından belirlenecek başka bir yerde toplanacaktır.
       2.Konsey Başkanlığı alfabe sırasıyla, Afganistan, Irak, İran ve Türkiye Dışişleri Bakanlarınca üstlenilecektir. İlk toplantı Tahran’da olduğundan ilk Konsey Başkanı İran Dış İşleri Bakanı olacaktır. Dönem başkanının nezdinde bir sekreterlik kurulacak ,bunun genel sekreterini dönem başkanı seçecektir.Diğer devletlerde birer sekreter atayacaklardır.
       Protokol imzalandıktan sonra yapılan ilk toplantıda şu kararlarda uzlaşılmıştır:
       1.Eylül ayında Türkiye’den boşalacak Milletler Cemiyeti Konsey üyeliğine İran’ın aday gösterilmesi, İran’ın süresi bitince de yerine alfabetik sırayla bu üyeliğin Pakt üyelerine geçmesinin sağlanması
       2. Türkiye’nin, Asya ile Avrupa arasındaki yararlı faaliyetleri nedeniyle, Türkiye’ye Milletler Konsey’inde yarı üyeli verilmesine çalışılması.
       3. Milletler Cemiyeti’ne uygun olarak imzalanan Sadabat Paktı’ndan, Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği’nin haberdar edilmesi.


       Sadabat Paktı toplantılarının ikincisi Tahran’da yapılan protokol gereği Afganistan’ın başkenti Kabil’de yapılacaktı. Sadabat Paktı’nın üye devletlerinin anayasası gereği onaylanması uzaması sonucunda Cenevre’de yapılmasına karar verildi. Cenevre’de 17 Eylül 1938 yılında yapılan toplantıda Avrupa’daki gerginlik ele alınmıştır.
        İkinci Dünya Savaşı’na doğru yapılacak üçüncü toplantının Kabil’de değil de Tahran da yapılmasını önermiş ve bu teklif kabul edilmiştir. Bu teklifi söyleme nedeni; İran Şeyhinşahı’nın oğlu Veliaht Muhammed Rıza’nın 1939 Nisan’ında evlenecek olmasıydı. Orada üye devletlerin yetkililerin hazır bulunacağından bu teklif olumlu karşılanmıştı.
       8 Nisan’da yapılan Konseyin ilk toplantısında Türkiye adına konuşan, yoğun işleri nedeniyle katılamayan Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun yerine katılan Gümrük Bakanı Rana Tarhan olmuştur.29 Konuşmasında; Almanya ve İtalya’nın, Polonya ve Romanya’ ya saldırı ihtimali olduğunu, bu çıkabilecek kargaşada Sadabat Paktı’na üye olan devletlerin barış yanlısı olduğunu belirtmiştir. Toplantı sonunda yayımlanan bildiride, genel değerlendirmeler yapıldığı, konuşulan her konuda görüş birliğine varıldığı ve sonraki Toplantının Afganistan’ın başkenti Kabil’de yapılacağı ifadeleri yer alıyordu.30 Tahran toplantısı pakt toplantılarının son ayağı olmuştur. Tahran toplantısının ardından İkinci Dünya Savaşı patlak vermiştir.
       Savaştan sonra İran, paktın bir savunma paktı haline dönüşmesini istiyordu ve paktın tekrar gözden geçirilmesini istemiştir. Bunun sebebi olarak Sovyetlerin hem Türkiye’ye hem de İran’a saldırabileceği düşüncesiydi. Pakistan’ında pakta katılmasını istiyordu. İran, Türkiye, Afganistan, Pakistan grubu ile denge arayışındaydı.
      1955 yılında Bağdat Paktı Türkiye, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında imzalanmıştır. Bu pakt Sovyet tehdidine ve Komünizm sızmasına karşı kurulan bir savunma paktıydı. Bağdat paktı savunma amaçlı bir pakt olarak kurulsa da 1939 yılından beri toplanamayan Sadabat Paktını gölgelemiş hatta unutturmuştur.
      14 Temmuz 1958 tarihinde İstanbul ‘da Bağdat Paktı toplantısı yapılacaktı. Türk yetkililer İstanbul’da hava alanında Iraklı yetkilileri beklerken bir haber gelmişti. Bu habere göre Irak’ta askerler Kral Faysal ve Başbakan Nuri Sait’in İngiliz yanlısı iktidarını yıkarak yönetime el koymuştur. Irak’ta işler karışmış ve yeni iktidarda yapılan antlaşmalardan çekilme kararı almıştır. Bağdat Paktı’ndan çekilme kararını 1959 yılında almıştır. Zaten uykuda olan Sadabat Paktını da önemsememişlerdir. Bağdat Paktı adını 21 Ağustos 1959 yılında CENTO( Merkezi Antlaşma Teşkilatı, Central Treaty Organizations) olarak değiştirecekti.
       1979 yılındaki İran’da İslam Devrimi meydana gelmiştir. Devrim yönetiminin ilk işlerinden biri CENTO’dan ayrılmaktı. Bunu da 11 Mart 1979 yılında açıkladığı bildiriyle gerçekleştirdi. Ayrıca bu bildiride Sadabat Paktı’nın tıpkı CENTO gibi, bölgede üye olan devletlerin değil, büyük devletlerin çıkarlarını koruma amacını taşıdığı söyleniyordu. Paktan çıkmamış ama paktın kendisi için ölü bir pakt olduğunu ifade etmiştir.
       Afganistan’da 1970’li yılların sonunda komünist bir iktidarın gelmesiyle birlikte onun da paktla ilgili hiçbir ilgisi kalmamıştır.22 Eylül 1980 tarihinde Saddam Hüseyin komutasındaki Irak kuvvetlerinin yeni rejim değiştirmiş İran üzerine saldırması, paktın 4. maddesi olan saldırmazlık hükmünün ortadan kalkmasını sağlıyordu ve böylece pakt tamamen sona ermiş sayılıyordu.





















       SONUÇ:
      
       Sadabat Paktı, Atatürk’ün dış politikasının ürünüdür. Türkiye dış politikada saldırgan bir politika yerine barışçıl politika izleyerek bölgedeki devletlerin barışa yönelik bir pakt imzalanmasında önemli rol oynamıştır. Yıllardır süren İran ve Irak arasındaki Şattülarap sorunu geçici bir süreyle de olsa çözüme kavuşmasıyla bölgede barış adına önemli bir adım atılmıştı. Bu pakt şunu gösteriyordu ki Türkiye etrafında dostluk çemberi kurmak istiyordu ve bunun için de çabalıyordu
       1937 yılında Türkiye, İran, Irak ve Afganistan devletleri arasında imzalanan bu pakt Ortadoğu’da İngiltere ve Sovyetler gibi büyük güçlerin etkisi olmaksızın tamamen bölge devletlerin oluşturduğu ilk bölgesel işbirliği organizasyonudur. Bu paktın en temel özelliği özgün ve yerel bir siyasi ve stratejik organizasyon olmasıdır. Ortadoğu bölgesinde Batı güdümünde kurulan diğer paktların hiçbirisi Sadabat Paktı kadar uzun ömürlü ve başarılı olamamıştı.
       Sadabat Paktı ne İngiltere’ye, ne Sovyetler Birliği’ne, ne de İtalya’ya karşı bir paktır. Çünkü paktın kuruluş aşamasında hem Sovyetlerle hem İngilizlerle görüşülmüştür. Nitekim İngiltere; Irak’ı himayesi altına tutuyordu ve ona karşı kurulacak bir örgütün içerisine himayesi altındaki ülkenin girmesini engellemeye çalışırdı. Sovyetlere yönelik olsa, Sovyetlerin katılması istediği Afganistan’ın alınmasına karşı çıkılırdı. Pakt üzerinde anlaşma sağlanan yılda İtalya’nın Habeşistan’a saldırması tamamen tesadüftür. Çünkü Türkiye, Irak ve İran 1930’lı yılların başından beri ortak zemin için çabalıyorlardı.
        1935 yılında oluşturulacak pakt üzerinde anlaşınca devletler, doğu ülkelerinin dayanışması olarak Arap ülkelerine umut vermiş, Sovyetlerden destek görmüş, İngiltere ve Fransa mesafeli yaklaşmışlardı.1937 yılında imzaya döküldüğünde Avrupa’da değişen siyasi şartlardan ötürü, bu sefer İngiltere paktı desteklemeye başlamış, Sovyetler endişe duymuştur.
       Maddelerinden de anlaşılacağı gibi pakt saldırmazlık antlaşmasıydı. Bir askeri savunma paktı değildi. Birbirlerine karşı saldırmazlık, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerde bulunmama gibi, iyi komşuluk ilişkilerinde bulunma gibi iyi niyet ilişkilerine bağlı bir barış antlaşmasıydı.
       Sadabat Paktı, kurulduktan sonra ortaya çıkan Bakanlar Konseyi sadece üç defa toplanabilmiştir. Son toplantısını Tahran’da yaptıktan sonra araya İkinci Dünya Savaşı girmiş değişen faktörler dolayısıyla bir daha toplanamamıştır. İlginçtir ki paktın ikinci ve üçüncü toplantıları hep Afganistan’da yapılması gerekirken, ilkinde antlaşmanın ülke anayasalarına göre kabul edilme süresi uzadığından Cenevre’de yapılmış, sonraki İse İran’da Veliaht Muhammed Rıza’nın düğünü nedeniyle de Tahran’da toplanılmıştır.
       Sadabat Paktı’nın imzalanması Türk ve Dünya basınında geniş yer bularak ne kadar
önemli bir antlaşma olduğunun göstergesiydi. Türk basınında bu paktan duyulan memnuniyet tüm gazetelerde yer almıştır.
       İkinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında toplanamayan  pakt, 1955  yılında kurulan Bağdat Paktı’nın iyice gölgesi altında unutulmaya başlanmıştır.Ve sonuçta Irak’taki darbe sonucuyla önce Irak Devleti, sonrasında İslam Devrimi’ni yaşayan İran paktın ölü olduğunu belli eden tutumlar sergilemişlerdir.1980 yılında Irak’ın İran’a saldırmasıyla pakt tarihe karışmıştır.



  























KAYNAKÇA:



İsmail Soysal,1937 Sadabat Paktı adlı kitaptaki makalesi ,Türk Tarih Kurumu Basımevi 1994
Doç.dr.Mustafa Sıtkı Bilgin, Sadabad Paktı ve Günümüz Bölge Politikaları İçin Önemi, http://www.tesam.net/Yazilar.asp?yazi=goster&yazine=29
Tevfik Rüştü Aras, Görüşlerim, Tan Basımevi, Ankara, 1956
A.Şükrü Esmer, İran-Irak hudud anlaşması makalesi, Ulus Gazetesi 2 Temmuz 1937
Ahmet Emin Yalman, Sulh için Kurduğumuz Temel, Tan Gazetesi ,2 Temmuz 1937
Yunus Nadi, Tahran Görüşmeleri ve Şark Misakı, Cumhuriyet Gazetesi, 4 Temmuz 1937
Falih Rıfkı Atay, Şark Paktı, Ulus Gazetesi, 6 Temmuz 1937
Tevfik Rüştü Aras’ın Nutku, Ulus Gazetesi 12 Temmuz 1937
Cumhuriyet Gazetesi, 11 Temmuz 1937
Cumhuriyet Gazetesi, 13 Temmuz 1937
Ulus Gazetesi, 2 Temmuz 1937
Tan Gazetesi , 11 Temmuz 1937
Ayın Tarihi , Ağustos 1937
Ayın Tarihi, Eylül 1938




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

TÜRK AMERİKAN İLİŞKİLERİNE GENEL BAKIS(1945-1960)       GİRİŞ:         Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri Atatürk’ün ‘ Y...